Perşembe, Ekim 16, 2025
Kadın Etrafında Geliştirilecek Bilim, Doğru Sosyolojiye Atılmış İlk Adımdır

Kamusal Alanda Politik Özne Olma Mücadelesi

Kapitalizmin 1970’lerden itibaren girdiği bunalım sürecinde ve aynı zamanda ulus-devletin yapısal olarak krizlerinin derinleştiği süreçte sivil toplum örgütlerinin gelişmesi kaçınılmaz olmuştur.[1] Sivil toplum örgütlerinin en fazla geliştiği dönem ise yirminci yüz yılın son çeyreğine denk gelmektedir. 

Bu süreç, Kamusal Alanda Politik Özne Olma Mücadelesi’ni de beraberinde getirmiştir.

Bu bağlamda, Kamusal Alanda Politik Özne Olma Mücadelesi önem kazanmaktadır.

Sivil toplum örgütleri “Ulus-devletin kuşatıcı özelliğini yitirdiği, buna karşılık toplumun tam özgürleşme ve demokratikleşmesini sağlamadığı dönemin geçiş örgütlenmeleri olarak anlam bulurlar.”[2] Ulus-devlet ile özgürlük ve demokrasi isteyen kesim tarafından sıkıştırılırlar.  Böylesi durumlarda rol ve misyonunu doğru belirlemek zorundadır. Her sivil toplum örgütünün nasıl yürüyeceği onun amaç ve hedefi ile bağlantılıdır. Özcesi ya ulus-devletin ya da demokratik özgür toplumun yanında yerini belirlemek zorundadır. Zamana ve koşula göre konumlarını doğru belirlemezlerse işlevsiz ve etkisiz kalmaktan kurtulamazlar. Sivil toplum örgütleri devlete ve iktidara bağımlı olmadan kendi ayakları üzerinde durduğu oranda anlamına kavuşur. Bağımsız bir şekilde toplumun özgürleşme ve demokrasi taleplerine hizmet edip toplumsallaştığında ve devletin demokratikleşmesini sağladığı oranda rolünü oynamış olur. Aksi durumda kapitalist modernitenin ulus-devletine hizmet etmekten ve onun koltuk değneği olmaktan kurtulamaz.

Sivil Toplumun Kavramsal Tarihi

Özellikle, Kamusal Alanda Politik Özne Olma Mücadelesi, toplumsal değişim için kritik bir rol oynamaktadır.

Sivil toplum kavramı farklı dönemlerde farklı anlamlarda kullanılır. Tarihte ilk olarak Antik Yunan’da Aristo’ya dek götürülen sivil toplum kavramının devletle aynı manaya gelen bir terim olarak kullanıldığı görülür. Bir sivil toplumun üyesi olmak demek, bir devletin yurttaşı olmak demektir.[3]  Bu dönemde sivil toplum ile devlet birbirinin yerine kullanılır. Sivil toplum ve devlet kavramlarının farklı ve birbirinin karşıtı olarak kullanılması 18.yy’a denk gelir.  Daha çok 1970- 80 döneminden itibaren gündeme demokratikleşmenin aracı olarak girdi. Sivil toplumu, devlet ve aile toplumu dışında kalan toplum olarak da ifade edebiliriz.  

Sivil toplum, yasal güvence altında bulunan ve kendi kendini örgütleyen çok sayıda kamusal alanı-üretim birimlerini, ev yaşamını, gönüllü örgütlenmeleri ve topluluklara yönelik hizmetleri kapsayan, devlet dışı bir alan olma potansiyeline sahiptir. [4] Diğer bir özelliği de merkezi iktidara karşı örgütlü toplum olmasıdır. Devlet ile toplumun dışında bir güç olarak, toplumu etkilemeye çalışarak devleti demokratikleşme yönünde dönüştürmeyi hedefler.

Türkiye’de daha çok askeri alanın karşıtı olarak kullanılır. Örneğin, yapılan askeri darbeler sonrası iktidarın sivil otoriteye devredilmesine dair, bu adımın sivil topluma geçiş olduğu algısı ve zihniyeti oluşturuldu devlet iktidarı tarafından. Yanılgılı olan diğer yön ise sivil yurttaşların yasal olarak kurduğu derneklerin sivil toplum olarak tanımlanmasıdır. Bir köy derneği, avcı derneği ne kadar sivil toplumu temsil edebilir ki?

Sivil toplum hem kavram olarak hem de örgütlenme biçimi olarak demokratikleşmeyi geliştirebilecek güç olma temelinde Bakur’da gündeme daha çok 2000’ler sonrası girdi. Özgürlük mücadelesinin toplumsallaşmada yükselişe geçtiği 90’lı yıllarda sınırlı da olsa sivil toplum örgütleri vardı. Yurtsever Kadınlar Derneği (YKD) ve Kamu Emekçileri Sendikası Konfederasyonu (KESK) gibi içerisinde kadınların da olduğu emekçi kadın örgütlenmelerini örnek olarak verebiliriz. YKD, bulunduğu dönem ve koşullar içerisinde kadının bilinçlenme ve özgürlüğü için mücadele etmesinde önemli bir rol oynadı. Önemli bir çekim merkezi oldu. Siyasi parti kadın örgütlenmesine ulaşamayan veya gelmek istemeyen kadınların arayışına bir ışık oldu. Kadının özgürlük ve eşitlik mücadelesinin önemli bir mihenk taşı oldu.

Bu dönemde KESK içerisinde örgütlenen emekçi kadınlar emeklerine sahip çıktı ve her alanda ataerkil zihniyet yapılanmalarına (sendikal örgütlenme içerisinde de) karşı güçlü mücadele yürüterek özgün örgütlenmelerinin alt yapısını oluşturdu. Hem işverenlere karşı (devlet, patron vb) hem de demokrasi, özgürlük ve emek mücadelesi yürüten sendikalarda erkek zihniyetine karşı kıran kırana bir mücadele esas alındı. Çalışan, emek veren, üreten kadının örgütlenme ve direniş odakları oldular.

Sivil toplum kurumlarının kısmi olarak geliştiği bu süreçte özellikle A. Öcalan’ın geliştirdiği Demokratik, Ekolojik, Kadın Özgürlükçü yeni paradigma ile sivil toplum alan örgütlenmelerinin önü açıldı. 2000’li yılların başlangıcından itibaren her alanda demokrasi ve özgürlük mücadelesinin yaygınlaşması ve toplumsallaşması hedeflendi. Toplumun demokratikleşmesi, ekolojik krizin ortadan kaldırılması ve kadının özgürlük mücadelesinin kazanılmasının ancak bu paradigma ışığında gerçekleşeceği inancı ve umudu ile her alanda sivil toplum örgütleri oluşturuldu.

Politika, Özgürlük ve Mücadele İlişkisi

Özellikle 2000’ler öncesi Kürt kadınlar, siyasi parti yönetiminde ve özgün örgütlenme olarak da kadın komisyonunda yer alıyordu. 2000’ler sonrası sivil toplum örgütlerinde, siyasi partide kadın kollarında, parti yönetiminde, seçimlerde milletvekili, belediye eş başkanı, belediye meclis üyesi olarak seçildiler. Kürt kadınların kamusal alana gelişi ve siyasette özne olması kolay olmadı. Bu aşamaya gelinceye kadarki sürece kısaca değinmeden geçemeyeceğim.

Kürtlerin varlığını yok sayarak kendi varlığını ve kurumsallaşmasını sağlayan devlet aklı kendine alternatif olarak gördüğü her oluşumu, her bireyi düşman olarak görür.  Ulus devlet mantığı ve ataerkil zihniyet çerçevesinde yasasını, hukukunu oluşturur. Kürt özgürlük hareketinin gelişimiyle birlikte geliştirilen 12 Eylül faşizan darbesiyle adeta terör dalgası gelişti. Bu akıl devrimcileri işkence tezgahlarından geçirerek ya katletmiş ya da zindanlara atmıştır. Bütün topluma korku dalgası yayarak bir yaprağın bile kıpırdamaması için kendine göre despotik ve faşizan tedbirler geliştirir. Faşizan ruh her şeyden nem kapar. Özellikle Kürdistan’da Kürt kadını ve toplumu üzerinde akla gelmeyecek şiddet, baskı, zulüm, taciz, tecavüz geliştirmiştir ve geliştirmeye devam etmektedir. Bunu devletin geleceğini garanti altına almak adına yapar.     

Kürt kadınlar ve analar bu faşizan süreçte cezaevleri önlerinde daha fazla politikleşmeye başladı. Zindanda direnen kızının, oğlunun, eşinin ve akrabalarının direnişlerine destek vermek amaçlı her türlü eylemi geliştirdi. Geliştirilen eylem alanlarında ortak hareket etmeleri ve mücadelelerini geliştirmeleri, bilinçlenerek kamusal alana katılmaları açısından önemli bir eşik oldu. Zindandaki devrimci tutsakların direnişine dışarıda güçlü bir ses olan Kürt kadınların ve anaların öncülüğüyle Kürt toplumu da direndi.  Bu ortak direniş karşısında faşist devletin tüm vahşi uygulamaları sarsılarak, boşa çıkarıldı. Kürt kadın özgürlük mücadelesindeki gelişme ve büyüme, Bakur’da kadının politikada özne olma ve kamusal alana katılımında önemli bir etkendir. Kürt kadınlar demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigma esasları çerçevesinde mücadelesini hem siyasi partide hem de sivil toplum örgütlenmelerinde geliştirdi.

Politika genelde algılandığı gibi salt iktidar ilişkileriyle ilgili bir şey değildir. İnsan yaşamının daha yüksek ve ayırt edici ülkülerinin gerçekleştirilmesine hizmet eden bir araçtır.[5] Kadınlar olarak politikayı sahiplenmek, geçmiş ve gelecekle olan bağını doğru kurarak bugünü anlamlandırmak önemlidir. Kapitalist, devletçi, ataerkil zihniyetin kadına sunduğu yaşam koşullarını kader olarak görmeyip, kendini birer özneye dönüştürebilmesi açısından vazgeçilmezdir. Kadın geçmişte yani doğal toplum döneminde hem politika yapan hem de özgür yaşayan konumdadır. Tabii ki toplum da özgürdür. Beş bin yıllık eril zihniyetin kadını köleleştirip dört duvar arasına koymasıyla özelde politikadan genelde yaşamın her alanından koparılışı başladı. Kadının köleleştirilmesi bunun ideolojisini, kuramını ve kurumlarıyla her yönüyle güçlendirdi. Erkeğin (zihniyet olarak) kadına kader olarak sunduğu bir yaşamda her şey kadına yasaklandı. Bu yasakların kimileri açık ve net şekilde kimileri örtük (gizli-saklı) bir şekilde belirlendi. Köle kimdir, nasıl yaşaması gerektiği her yönüyle saptandı. Bu Kürt toplumu ve Kürt kadınlar açısından da geçerlidir. Toplum adeta şiddet cenderesine alındı. Kürt kadınlar hem ulus olarak hem de cins olarak iki kez bu kölelik cenderesi altındadır. Varlığı bile tartışılır konuma getirilerek yok sayılmaya çalışıldı. Kürt kadını hem ulusal kimlik mücadelesi yürütürken hem de kadın olarak hak, eşitlik ve özgürlük mücadelesini yürütürken devlet şiddetine ve erkek şiddetine maruz kaldı. Devlet tarafından baskı, gözaltı, taciz, tecavüz, işkence ile karşı karşıya geldi. Gözaltından çıktığında ailede ona namus olgusu çerçevesinde yaklaşıldı. Erkeğin başı öne eğildi diye düşünüldü. Feodal gurur ayaklar altına alınarak namusu kirlendi gibi bir algıyla yaklaşıldı. Kadın cezalandırılıp eve kapatıldı. Kadınlara ya direnerek mücadelesine devam etme ya da mücadele azmini kaybederek, kaderim diyerek kölece yaşamak seçenekleri kaldı. Unutmamak gerekir ki kadının köle ve erkeğin mülkü olarak görülmesi, kadının da bunu benimseyip kaderi olarak kabullenmesi özgürlük mücadelesi önünde en büyük engeldir. İşlenen namus ve töre cinayetleri erkeğin kadını kendi mülkü olarak görmesiyle ilgilidir. Kadının yaşam hakkı onun “namusundan” daha kıymetsizdir.  Erkeğin (baba, eş, abi vb) bilgisi dışında kadının kendi başına hareket etmesi, kapının önüne çıkması dayak, işkence hatta ölüm gerekçesidir. Bunu toplum da onaylamakta, devlet de desteklemektedir.

Kadınlar direngen yönlerini diri tuttuğu oranda bu zorlu durumdan kurtulmanın yol ve yöntemini her şeyi göze alarak bulmaya devam ettiler. Şunu bilerek hareket ettiler; kadınların politik alanda yürüttükleri kolektif hareket etme tarzları her koşul altında birbirine yardım eder, güç verir.  Bu umudunu diri tuttuğu oranda kölece yaşamı kabul etmez. Mücadele arkadaşları ise, birlikte özgürlük yolunda yürüdükleri arkadaşlarını kaderiyle baş başa bırakmaz. “Köleliğin politik alanda yıkılması, özünde kadının bu alanda kazanmasıyla mümkündür.”[6] Bu açıdan kadının kölelik zincirlerini kabullenmeyip kırarak, politik alanda özgürlük mücadelesini yürütmesi gerekir. Her kırılan kölelik zinciri özgürlüğe akan bir damladır. 

Kamusal-Özel Alan Sınırlarını Yıkan Örgütlü Mücadele

Kamusal Alanda Politik Özne Olma Mücadelesi ve Sivil Toplum

Fatmagül Berktay kamusal alanın cinsiyet tartışmalarına dair “Kadınların kamusal alanın dışına itilmelerinin ve siyasete katılmalarının önlenmesinde kullanılan en işlevsel meşrulaştırıcı gerekçe, ataerkil ideolojinin doğa-kültür ayrımına dayanarak kadınları -doğurma özelliklerinden dolayı, bedenlerinden dolayı- doğa ile özdeşleştirmesi, buna karşılık, erkeklerin uygarlığı ve kültürü temsil ettiğinin kabulüydü” der. Böylece erkeklerin işi kültür ve uygarlık yaratmak, kamusal alanda otorite kullanmak ve yönetmek, yani siyaset yapmak, kadınlarınki ise ev ve aile içinde kalıp çocuk doğurmak olarak belirleniyordu. “Üstelik, bütün tek tanrılı dinlerin değişmez sayarak kutsadığı bu varsayım, din halesiyle de donatılarak daha da pekiştirildi.”[7]Eril ideolojiye göre kadının hak ettiği alan özel alan yani dört duvar arasıdır. Burası erkeğin hakimiyet ve iktidar alanıdır aynı zamanda. Kadına dair dayağın, tacizin, tecavüzün ve şiddetin geliştiği ve üretildiği alandır aynı zamanda. Dışardan kimsenin bilmemesi ve karışmaması gereken alan. Ve kadının asla paylaşmaması gerekir yaşadıklarını. Kadına düşen görev daha çocukken yetiştirildiği gibi erkeğe en iyi hizmeti vermek, fedakâr, sessiz, boyun eğen, sadakatli olmadır. Kadının rol ve misyonu hem dini kurallar ve söylemlerle hem de töresel (geleneksel ahlaki) kurallarla garanti altına alınır. Tabii ki iktidarcı devlet de kurumları ve kurallarıyla bunu her türlü şekilde onaylamaktadır.

Bu zihniyet ve düşünce cenderesi altında ezilen kadın, küçük bir umut ışığı gördüğünde ona dört elle sarılır. Özellikle kuzey Kürdistan’da Kürt kadınlar açısından ele aldığımızda, örneğin Amed’de kurulan Selis Kadın Derneği ve belediyelere bağlı kadın kurumları (Kardelen Kadın Evi, DİKASUM, EPİDEM, Ekin Kadın Parkı vb) iktidarcı eril zihniyete ve kurumlarına karşı alternatif sivil toplum örgütlenmeleridir. Amaçları, kadına yönelik her türlü şiddete karşı mücadele etmek, şiddete uğrayan kadınlara her türlü yardım olanağı sağlamaktır (hukuki, ekonomik ve bilinç yükseltme eğitimleri). Amed’de özellikle özgür belediyecilik anlayışıyla yerinden yönetimi esas alan belediyeler öncülüğünde kurulan kadın dernekleri öncelikle kendi aralarında ortak çalışma sistemi ve iş bölümü yaptılar. Kentteki kadının yaşadığı sorunlara ortak politika ve çözüm üretmek için periyodik olarak bir araya geldiler. Kadının özgürlük ve eşitlik sorununu çözmek için her yönlü örgütlenme ve eylem geliştirme önemlidir. Amed’de ve Kürdistan’ın diğer illerinde kurulan kadın sivil toplum örgütleri kendilerini Demokratik Özgür Kadın Hareketi (DÖKH) bileşeni olarak ifade ettiler. DÖKH; 2003 yılında oluşumunu gerçekleştiren, demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigmayı benimseyen ve esas alan kurum ve bileşenlerden oluşan çatı bir örgütlenmedir. Bu dönemde DÖKH bileşenleri belirli periyotlarla bir araya gelip ortak tartışmalar yürüterek ortak politika ve eylem hatlarını oluşturdu. Her bileşen de kendi bulunduğu alanın özgünlüğüne göre ortak kararları pratikleştirdi. Ataerkil iktidarcı zihniyet ve yapılanmalara karşı ortak bir duruş ve direniş önemli bir gelişme sağladı. Kadının özgün örgütlenmesi, her alanda söz sahibi ve mücadele etmesi önemli bir gelişmeydi. Kadın özgürlük mücadelesi açısından; siyasi, ekonomi, ekoloji, barış, hukuk, sosyal, yerel yönetimler, emek, kültür, eğitim özcesi kadına kapalı olan her alanda örgütlenme ve mücadele esas alındı. Bu alanlarda kendini örgütleyen kimi sivil toplum kurumlarına kısaca değinmeye çalışacağım.

Kendisini DÖKH bileşeni olarak tanımlayan Barış anneleri, 1996’da bir araya gelerek savaşa karşı barışı haykırmaya başladılar kamusal alanda. 1999’da Barış Anneleri İnisiyatifi, 2014 yılında Barış Anneleri Meclisi olarak mücadelelerine devam ettiler. Kürdistan’da gerçekleşen savaştan anne olarak en fazla kendileri acı çektiklerini söyleyip, barış anneleri olarak kendilerini adlandırdılar. Amaç, yaşanan savaşın acımasızlığını ve devletin uyguladığı şiddeti hem görünür kılmak hem de sürdürülen savaşın son bulup barışın inşasında öncülük rolünü oynamaktı. Toplumsal barışın gerçekleşmesi için kamusal alanda canları pahasına her türlü eylem ve etkinlikleri gerçekleştirdiler. Anne olarak hem devlet şiddetine karşı hem de evde erkek şiddetine karşı güçlü mücadele yürüttüler ve yürütmeye devam ediyorlar.

Kadınların kurduğu bir diğer oluşum ise Selis Kadın Derneği’ydi. 2002 yılında Amed’de kuruldu. Kadının özgün örgütlenmesi ve özgürlük mücadelesi yürütmesi açısından önemli bir misyona sahipti. Özellikle evde şiddet gören kadına ulaşmayı ve her türlü desteği (hukuki, psikolojik, sağlık, barınma ve ekonomik vb) sunmayı esas aldı. Diyarbakır’da ve diğer belediyelerde kurulan kadın derneklerinin oluşum aşamasında öncülük rolünü oynadı. Yine politika ve perspektif oluşturmada da önemli bir rol oynadı.

Kadınlar sivil toplum mekanlarında bir araya geldiklerinde birbirleriyle dertlerini paylaşıp hem rahatlıyor hem de kendi çözümlerini kendileri üretiyorlar. Çözüm kolektiftir. Bu mekanlar kadının kendini doğru tanıma sürecine vesile oluyordu. Diğer bir yandan örgütlü mücadele ettiğinde yaşadıkları sorunlara karşı birlikte çözüm üretebileceği inancı gelişiyordu. Hem başka bir yaşamın olduğu hem de bu yaşama kadınlarla birlikte ilmek ilmek örerek ulaşabileceği bilinci oluşuyordu. Özgürlük bilincinin güzel olduğunun farkına varmak önemliydi. Özgürlüğe ulaşmak için mücadele vermek gerektiği fikri kendilerini her alanda geliştirmelerini sağladı. Kadının kendi geleceğine dair kararları kendi alıyor olması, demokratik bir ortamın yaratılmış olmasının göstergesidir. Bütün kadınlar birlikte bir arada örgütlenip ortak mücadele yürüttüğünde özgürlüğe daha yakın olunuyordu. Bu açıdan kadın kurumlarına gelemeyen ve haberi olmayan kadınlara kendileri ulaşıyordu. Özellikle namus adı altında can güvenliği olmayan kadınlara, kadın dayanışma ağı içerisinde yardım edilerek güvenli bir yaşam alanı oluşturuluyordu. Namus katliamı adı altında erkek tarafından katledilen kadınların cenazeleri sahiplenerek, tabutları kadınlar tarafından taşınıp defnedilerek katil erkekten hesap sorulmaya başlandı. Kadının yalnız olmadığı, suçlu olanın eril zihniyetin temsilcisi olan erkek olduğu söylendi ve buna yönelik politik eylemler geliştirildi. Mahkemelere suç duyurusunda bulunma ve açılan mahkemeleri takip ederek hesap sorma gibi adımlar atıldı. Katledilen kadınların isimleri parklara verildi. Kadının kamusal alana girmesiyle kadının yok sayıldığı ve yok edilmeye çalışıldığı özel alanda, erkeğin istediği gibi davranamayacağı bilinci geliştirildi ve buna dair mücadele edildi.

Kadına yönelik şiddetin durdurulması ve mücadele edilmesi için Bakur’daki birçok ilde yerel yönetimlerde kadın eş başkanlar ve kadın meclis üyeleri öncülük etti. Özellikle kadın kurumlarının oluşumuna öncelik verilerek, kadının özgürleşme mücadelesi demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigma çerçevesinde geliştirildi. Kadınlar kendilerine politik alanın neden kapatıldığı ve nasıl köle edildiklerinin tarihini sosyolojik olarak sorguladı ve bu alandaki mücadelesini özgürlükle taçlandırabilmek için mücadele etti. Yaşamın her alanında (kadına kapatılan ve yasaklanan her alanda) yürüttüğü mücadele ile hakikati açığa çıkarmaya çalıştı. Ataerkil zihniyet tarafından kadına söylenen ‘elinin hamuru ile her işe karışma’ söylemine karşı ‘elinin hamuru ile her işe karış, özgürlüğe doğru anlam yükle, mücadele et ve örgütlen’ söylemi geliştirildi.

Sivil Toplum Örgütlerinin Toplumsallığı

Sivil toplum örgütleri kendi ayakları üzerinde kendi gelişimini, toplumsallaştığı oranda sağlar. Eğer toplumla buluşmaz, sadece belirli bir kesimle sınırlı kalırsa devlet ve iktidarcı zihniyet tarafından geliştirilebilecek her türlü baskı ve yönelime karşı güçlü direnmesi kısa süreli olur. Buna Bakur’da devlet tarafından sivil toplum örgütleri üzerinde geliştirilen baskılara karşı geliştirilen direnişlerin belirli kesimlerle sınırlı kalması örnek verilebilir. Özellikle kayyum atamalarına karşı önemli ve haklı eylemler geliştirilmiş olsa da sonuç alıcı olunmadı. Çünkü çalışmaların belirli kesimle sınırlı kalması ve yaygınlaşmamış olması, başlangıçta sisteme karşı belli bir direniş olsa da toplumun tüm kesimlerine yaygınlaşmadığından bütünlüklü bir sahiplenmeyi beraberinde getirmedi. Bu açıdan yaşananları sadece sistemden kaynaklı nedenlerle değil özgürlük mücadelesi veren sivil toplum kurumlarının çalışmaları kapsamında da değerlendirmek gerekir.

Oysa sivil toplum örgütlenmelerinin yaygınlaşması ve toplumsallaşmasında gönüllülük esastır.  Çalışmalara gönüllü katılım büyük bir moral, motivasyon, aktiflik ve yaratıcılık sağlamaktadır. İnsan inandığı bir şeye dört elle sarılır. Gönüllü katılım bu pratiği gerçekleştirir. “Özgürleşen Kadın Özgürleşen Toplumdur” bilinciyle hareket eden kadın bütün yeteneğini ve enerjisini çalışmasına katar. Özellikle devletlere veya liberal kuruluşlara bağlı hareket eden sivil toplum kuruluşları tarafından projeler geliştirildi. Bir yandan belli bir gelişmeyi sağlarken büyük bir riski de içinde barındırıyordu. Bu risk fon geliştirme mantığıdır. Hem gönüllülüğü öldürüyordu hem de sivil toplum mücadelesini sistem içileştirilmesine vesile oluyordu. Sunulan projelerin risk barındıran yönlerini erkenden görüp tedbir almakta yetersiz kalındı. Ataerkil iktidarcı zihniyete karşı radikal mücadele etme yerine yer yer liberal bir yaklaşım ortaya konuldu. Gönüllülük, kolektivizm, kendi kendine yeterli olma ve toplumsallaşma ilkelerini esas alarak yürüyen sivil toplum kurumları her koşul altında kendi rol ve misyonunu sürdürerek yoluna devam etmektedir.

Eko-Jin: Kürt Kadınlarının Kooperatif Deneyimi

Doğal toplum döneminde ekonominin sahibi olan kadınların, beş bin yıllık uygarlığın temsilcisi olan erkek (eril zihniyet) tarafından köleleştirilmesi ekonomiden koparılmasına da sebep oldu. Kadının düşüncesine, emeğine, bedenine zincir vurularak adeta nefessiz bırakıldı. Kadının ekonomiden anlamadığı algısı ve zihniyeti oluşturuldu. Tüm bu ötekileştirme ve baskılara rağmen özgürlük mücadelesi yürüten kadınlar her alanda olduğu gibi özgün örgütlenmesini ekonomi alanında da geliştirdi. Buna Eko-Jin deneyimi örnek verilebilir.

Bakur’da 2014-2015 yılları arasında oluşturulan Eko-Jin kooperatif tarzı örgütlenmelerle demokratik, komünal ekonomi esaslarının yaşam bulması hedeflendi. Demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigmada ekonomi komünaldir. Doğayla uyum, dayanışma-yardımlaşma, katılımcılık, gönüllülük, eşitlik, kar gütmeme, emek komünal ekonominin esaslarıdır.  Kooperatif tarzı örgütlenmeler esas örgütlenme modeli olarak görüldü. Toprağın sağlıklı olması, kullanılan tohumların doğal olması elde edilecek ürününde doğal olması anlamına gelir. Eko-Jin kooperatiflerinin ürünleri daha çok bu yöntemle elde edilmeye çalışıldı. Tarlada elde edilen ürünlerin doğal yollarla kurutulması için çalışmalar yürütüldü, reçel, konserve, salça, turşu kolektif olarak yapıldı. İlk etapta daha çok toplumun yaşamsal ihtiyaçlarına hitap etme amaçlı bu ürünler seçildi. Eko-Jin dikiş atölyelerinde kadınların gelip tercih ettikleri modeller doğrultusunda yerel kıyafetler ve gündelik kıyafetler dikildi. Aşırı kar mantığını esas almadıkları için Eko-Jin ürünleri pazarla buluştu. Diğer bir özelliği ise kooperatiflerde çalışan her kadın hem kooperatif üyesi hem de kooperatifin ortağı sayıldı. Bu da kadının komünal ruhunun ekonomi alanına taşınarak eşit, adil bir paylaşımın yaşam bulması sağlandı.

Eko-Jin ismi bir markadan çok komünal ruhu, kapitalizmin koktuğu alanlara taşımayı hedefledi. Kapitalist zihniyetin etkili olduğu piyasalara girmek kolay değildir. Kendi ayakları üzerinde durabileceği alanlar kadın dayanışma ağları üzerinden sağlanmaya çalışıldı. Başlangıçta bu işe soyunan ekip kararlı, direngen ve kendini kapitalist eril zihniyete karşı her yönlü donanımlı olma yönünde hazırlamayı esas aldı. Çünkü özgürlük ideolojisi ile kendini güçlendirmeyen kadın her zaman erkek zihniyeti ve tarzı ile hareket eder. Kadın kendini kendi ideolojisi ile beslemezse karşıtına dönüşür. Zaman zaman bazı pratik örnekler de oldu. Özellikle eğitimin aksaması, kendini yeterli görme, eksikliklerini zamanında görüp giderememe, ekip ruhunun tam yakalanamaması gibi yaklaşımlar gelişti. Bu anlayışın yaygınlaşmaması için her birey kendini eleştiri, öz eleştiri süzgecinden geçirerek kendini demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigma karşısında yenileyerek, tedbir geliştirebilir. Ataerkil zihniyetin kadın üzerindeki etkisi, kırıntısı yok edilmeye çalışılabilir.

Demokratik komünal ekonomi ile ekoloji arasında kopmaz bir bağ vardır. Demokratik komünal ekonomi kar gütmediğinde doğayla uyumu göz ardı etmez. Kır ile kent arasında diyalektik bir bağ olduğundan kırın kente feda edilmesine karşıdır. Kadın daha çok doğal olana yakın olduğundan kırın yaşaması için mücadelede öncülük eder. Kentleri kendi yaşam yuvaları haline getirmeye çalışan kapitalistlere karşı ekolojik sivil toplum kuruluşlarının içinde yer alır ya da oluşturur.   

2015 yılında Bakur’da hem savaşın derinleşmesi hem de iktidar tarafından geliştirilen kayyum politikası ile kooperatif örgütlenmelerinin birçoğu kapatıldı ve baskı uygulandı. Bu temelde Eko-Jin birçok amacını pratikleştiremese de demokratik, komünal ekonominin gelişmesi açısından önemli bir deneyim oldu.

Sonuç yerine

Yaşamın bütünlüklü bakış açısıyla şekillendiği, çoğulculuğun, farklılıkların bir arada yaşadığı, eşit, adil ve özgür bir ortam doğal toplum dönemine aittir. Bu dönemde kadın bakış açısıyla yaşam şekillendiği için hiyerarşi, iktidar, devlet, sınıf olguları yoktur. Özcesi yaşam alanları parçalanmamış, yaşama ait bütün değerler topluma aittir. Politika yaşamın ta kendisidir ve topluma aittir. Kadın da toplum da bulunduğu zaman ve mekâna göre özgürdür. Her varlığın yaşamda bir manası vardır. Kadının köleleştirilme tarihi olan beş bin yıllık ataerkil uygarlık tarihi, kadına ait olan tüm değerleri çalıp kendi iktidarını ve hegemonyasını kurmuştur. Bu açıdan Abdullah Öcalan’ın belirttiği gibi, “özgürlüğü için mücadele eden kadın politik alana yönelirken savaşımın en çetin yanıyla karşı karşıya olduğunu bilmelidir. Politik alanda kazanmayı bilmeden hiçbir kazanım kalıcı kılınamaz. Politik alanda kazanmak kadının devletleşmesi hareketi değildir.”[8]  

Özgürlük mücadelesi yürüten kadın, erkeğin iktidar alanlarına girip mücadele etmeye başladığında bunun zorlukları ile karşılaşır. Kendini bu devletçi iktidarcı zihniyete karşı politik alanda ne kadar güçlü donatmışsa mücadelesi de kazanıma dönüşür.  Kadın şunu bilmek ve bilince çıkarmak zorunda; xwebûn (kendi olma) olmadığı sürece, erkeğin (zihniyet olarak) ve onun oluşturduğu sistemin etkisinden kurtulamaz. Bu açıdan bütün ona öğretilen kavramları, kuramları demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigma ışığında, esas anlamına kavuşturup bunu pratikleştirdiğinde değişimi gerçekleştirir. Öncelikle politika kavramını gerçek anlamına kavuşturacak olursak, Fatmagül Berktay’ın belirttiği gibi politika, genelde tarif edildiği gibi “kıt kaynakların bölüşülmesi” sanatı ya da refah ve adalet sağlamanın bir aracı değil, bize “özgürlük” kazandıracak şeydir. Politika, özgürlüğü güvence altına alamaz ama, ortaya çıkması ve korunması için gerekli olan koşulları yaratabilir. Ancak politika dolayımıyla ölümsüzlüğe ve onurlu bir yaşama ulaşmayı sağlayacak şekilde eylemde bulunma fırsatını yakalayabiliriz. Bu çaba, en eksiksiz ifadesini, aktörleri ve izleyicileri ile bir bütün olan “tiyatro sahnesi” olarak kamusal alanda bulabilir.[9]  Anti- hiyerarşik, devlet dışı olarak kendi kurumlarını oluşturan kadın pozitif eylemleri ile devletçi ve hiyerarşik yapılarla mücadele ederek demokratikleştirmeyi sağlar. Bütünlükçü bakış açısıyla demokrasinin, eşitliğin, adaletin ve özgürlüğün yaşam bulması için kolektif örgütlenme ve eylem olmazsa olmazımız olmaktadır. 


[1] Abdullah Öcalan, Ortadoğu’da Uygarlık Krizi ve Demokratik Uygarlık Çözümü

[2] Abdullah Öcalan, Ortadoğu’da Uygarlık Krizi ve Demokratik Uygarlık Çözümü

3John Keane, Sivil Toplum ve Devlet/Avrupa’da Yeni Yaklaşımlar, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1994, 47-48.

4 John Keane, Sivil Toplum ve Devlet/Avrupa’da Yeni Yaklaşımlar, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1994, 34-35.

[5] Fatmagül Berktay, Politikanın Çağrısı, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2016, 57.

[6] Abdullah Öcalan, Bir Halkı Savunmak, 2004.

[7] Fatmagül Berktay, Politikanın Çağrısı, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2016.

[8] Abdullah Öcalan, Bir Halkı Savunmak, 2004.

[9] Fatmagül Berktay, Tarihin Cinsiyeti, İstanbul: Metis Yayınları, 2003, 190.

Yazılar

Bizi Takip Edin

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
22,700AboneAbone Ol

Son Makaleler