Perşembe, Ekim 16, 2025
Kadın Etrafında Geliştirilecek Bilim, Doğru Sosyolojiye Atılmış İlk Adımdır

Müzakere Süreçleri, Ülke Deneyimleri ve Kadınlar*

Dünyada 1990 ile 2012 arasında 102 barış süreci yürütüldü ve bunlar içinde 85’inde anlaşma imzalandı. Bu 102 barış sürecine aktif olarak katılanların sadece yüzde 8’i kadındı. İmzacıların yüzde 3’ü, arabulucuların-ki bu arabulucular genellikle sözde kadın erkek eşitliğinde büyük mesafe kat etmiş batı ülkelerinden geliyorlar, yüzde 3.2’si, görüşmelere tanık olarak katılanların ise sadece yüzde 5.5’i kadın. Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi 2000 yılında imzaladığı 1325 sayılı kararda ve Avrupa Parlamentosunun desteklediği Avrupa Konseyi Üsküp Deklarasyonunda kadınların barış görüşmeleri de dahil, barışın tesisinin her safhasına katılmaları gerektiğini ve bu hakka sahip olduklarını belirtiyor.

‘Kadınlar neden aktif katılmalı?’

Ancak dünyanın birçok ülkesinden yürütülen müzakere süreçlerinde kadınlar dışlanıyor ve çoğu yerde masaya dahi alınmıyor. Çatışmalı süreçten müzakereye evrildiği süreçlerin olmazsa olmazı olan hakikat ve yüzleşme komisyonlarında da durum benzer. Hakikat komisyonlarda kadınlara karşı şiddet, en eksik bildirilen suç kategorisi olarak biliniyor. BM’nin verilerine göre dünyada çatışma bölgesi olan bölgelerde bugüne kadar toplam 34 hakikat komisyonu kuruldu.

Şili

Şili’de 11 Eylül 1973 darbesinden 1990 yılında kadar uzanan faşist Pinochet dönemindeki vahşeti araştıranlar altı erkek ve iki kadından ibaret olan Rettig Komisyonu’ydu. Şili’nin sosyalizm ve demokrasi hareketine karşı işlenen yoğun işkence, suikast ve faşizmin bilançosunu vermeye çalışan Rettig Komisyonu’nun raporunun direnişi pek vurgulamaması, suçluların isimlerini vermemesi ve ortak ulusal bir şifa sürecini vurgulaması eleştirildi. Şili halkı da 1999 yıldan beri bu ortamda “funa” isimli kamusal alanlarda suç duyurusu gösteri geleneğini oluşturuyor. “Adalet yoksa, funa var” şiarıyla düzenlenen yürüyüşlerde, Pinochet rejiminde çalışan ama ceza almayan faillerin isimleri okunuyor.

Raporlar kadınları görmedi!

Devam eden adaletsizlik ortamında Şili’de işkence görenleri araştıran Valech Komisyon’u kuruldu ve raporu 2004’te yayınlandı. Mağdurlar ya da siyasi tutuklulardan herhangi bir temsili olmaya komisyon, yine altı erkek ve iki kadından ibaretti. Valech Raporu’yla beraber on binlerce işkence mağduru ve öldürülen mağdurların yakınlarına maddi destek verilmeye başladı. İşkencecilerin isimleri de 50 yıl için mühürlü kalacak. Tazminat politikalarının oluşturulması hala tartışılsn bir konu. Tazminatlarla beraber Şili’nin ana akım siyasetçiler ve elit güçleri, konuyu kapatmaya çabalıyor. Fakat kadın STK’ların gündeme getirdiği gibi faşist rejimin işlediği baskı, parayla çözülecek bir şey değildi, sistematik ve toplumsal bir şiddetti. Valech Raporu’nda yer alanların yüzde 87’i erkeklerden oluşuyor, kadınlar ise bu konuda yeterli derecede gündeme getirilmiyor. Oysa ülkede toplam 300 bin işkence mağduru var ve bunların büyük bir çoğunluğu kadın. Komisyona konuşmak istemeyen kadınların çoğunluğu ise cinsel işkenceden konuşmak istemiyor ve bu nedenle tazminattan faydalanamıyor. İşkence gören solcu Şilili erkek figürü tüm dünya tarafından bilinirken, faşist rejimin kadınları hedef alan politikaları görmezden geliniyor. Kadına karşı işlenen suçlar adeta siyaset dışı bir hale getirilerek ataerkil gelenek ve aile kültürü nedeniyle unutturulmaya çalışılıyor.

Bosna

1993’te Eski Yugoslavya’nın dağılmasıyla gelişen savaşta kadınlar savaş suçunun hedefi yapıldı. Uluslararası Ceza Mahkemesi 1993 yılında ilk defa Bosna’da tecavüzü sistemli bir savaş suçu olarak tanıdı. 1992’den 1995’e kadar Bosna savaşında 50 bin Boşnaklı kadın Sırp askerler tarafından “tecavüz kampları” gibi yerlerde cinsel işkenceye maruz bırakıldı. Tecavüzün savaşsuçu olarak tanınmasının ardından birçok kadın hakikat arayışına girişti. Bosna savaşından sonra kadın ve erkeğe karşı cinsel savaş suçlarını araştırmak için kurulan mahkemede kadınların yeterince ses çıkaramamasının nedeni hakimlerin çoğunun erkek olmasıydı. Araştırmalara göre mahkemenin kayda değer doğrultmayla sonlandıran her kararında en az bir kadın hakim bulundu. Bosnalı kadın örgütlerin mahkemedeki rolü daha da büyüktü. Savaş suçlarına karşı bir araya gelen kadınların verdiği cesaretle birçok kadın Lahey Savaş Suçları Mahkemesi’ne bavşuru yaptı. Ama mahkeme modeli, kapsamlı bir hakikati sağlayan bir model olarak görünmediği için düzensiz bir şekilde bazı failleri mahkemeye getiren bir organa dönüştü.

Srebrenica Anneleri’nin Mücadelesi

Kadınların uluslararası mahkemelerdeki mücadelesi sadece tecavüz mağdurlarıyla sınırlı kalmadı. Srebrenica mağdurların yakınları olan Srebrenica Anneleri, Batı Avrupalı ülkelerin katliamlardaki rolünü deşifre etti. Hollandalı askerlerün, binlerce Bosnalı genç erkek ve çocuğu Sırpların eline verdikten sonra yaşanan Srebrenica katliamı için adalet istemek için anneler, Hollanda devletine karşı dava açtı ve kazandı. Ama anneler, uzun bir davadan sonra Hollanda’nın 7 bin mağdurun sadece 300’ünün ölümü için suçlanmasını kınadı. Bu kadınların uluslararası mahkeme sürecinde sık yaşanan hayal kırıklıklarından sadece bir örnek.

Sırbistan ve Karadağ için Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu

Kadınlar yine mahkemeden olabildiğince adalet arıyorken bu eksiklikler bağlamında mahkemeye alternatif olarak 2001’de Sırbistan ve Karadağ için Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu kuruldu. “Gerçekten çok hayret bir şey, dünya kamuoyu, Kosovalı kadınlara sadece tecavüze uğradığımızda önem verdi, o zamanda da sadece heyecan verici bir hikâye olarak önem verdi. Şimdi Avrupa, Amerika, Asya’dan erkekler geliyorlar ve sadece Kosovalı erkeklerden fikir istiyorlar.” diye barış sürecinden yaşadığı dışlanmasını anlatan Kosovalı bir kadın, 1990’lı yıllarda yaşanan Bosna savaşından sonraki dönemindeki kadınların temsil edilmemesini anlattı. Bu süreçte en güçlü barış örgütleri Bosnalı kadınların ünlü kadın barış hareketi olmasına rağmen kadınlar bu uzlaşma ve barış sürecinden dışlandı.

Savaş Sonrası Durum

Bosnalı kadınlar dünya basında çoğunlukla tecavüzün sessiz mağdurları olarak gösterilirken, savaştan sonra ciddi bir eve itme politikasıyla karşı karşıya kaldı. O dönemde her etnik grubun “milli namus” sembolü olarak sergilenen kadınlar, barış sürecinden dışlandı, uzlaşmaya dahil olamadı ve aileye hapsedilerek, kürtaj politikalarıyla savaş öncesinden daha geri bir konuma düşürüldü. Tecavüz savaş silahı olarak kullandığı için bu savaşlardan sonra meydana gelen hamileliklerde kadınlara karşı gelişen tepkinin sonucu olarak, birçok kadın tecavüz çocuklarını doğurmak zorunda kaldı.

Güney Afrika

1948’ten 1994’e uzanan “apartheid” olarak bilinen resmi ırkçı devlet tarih ve buna karşı eşitlik mücadelesinin yürütüldüğü ülkede, 46 yıllık apartheid tarihi ve ondan önceki yüzyıllarca vahşi sömürgecilik tarihiyle yüzleşmek oldukça zor oldu. Bu yüzleşme sürecinde “uzlaşma” ve “onarıcı adalet” kavramlar geliştirildi.

Komisyona Anlatan İnsanların Yüzde 56’sı Kadındı

Kadınlar da bu sürece aktif katıldı. Uzlaşma sürecini yakından takip eden Güney Afrikalı kadın hareketi, komisyonun eksiklerini çözmeye çalıştı. Güney Afrikalı kadınlar, silahlı olsun sivil alanda olsun eşitlik ve özgürlük mücadelesinde her zaman önemli bir rol oynadı. Hem ırk hem cinsiyetinden dolayı derin bir siyasi bilince sahip olan, aynı zamanda yoğun işkence ve travmadan geçen siyahi kadınlar, komisyonun ilk oluşumunda erkek ağırlığına tepki gösterdi. Erkeklerden oluşan komisyona kadınların başvurusu da az oldu ve bu gözden kaçmadı. Kadınların yoğun yaşadığı cinsel şiddeti komisyona getirmenin çok zor olduğuna dikkat çeken Güney Afrikalı kadın aktivistler, sadece kadınlara açık olan duruşmalar oluşturmaya başardı. Bu duruşmalara kadınlar yoğun katıldı ve ırkçı nefretin kadınlara nasıl yöneldiğini anlattı. Hakikat komisyonunun son toplantısında ise açıklanan verilere göre; katılanların yüzde 56’sının kadın olduğu açıklandı.

Tazminat Kadınlardan Esirgendi

Kadınların anlatımı ve tanıklıkları ile ortaya çıkan yüzleşme ve savaş gerçeğinin sonunda 2000’li yıllara kadar devam eden tazminat belirleme süreci ise başarısız oldu. Apartheid döneminde işkence ve benzer suçlara maruz kalan mağdurlara tazminat verildi ama siyahi kadınların gündelik hayatında ırkçı ve cinsiyetçi zihniyetinden dolayı yaşadıkları cinsel şiddet ve ekonomik sömürü tazminat politikasına çok uygun olmadı. Bugün ise kadına karşı şiddet oranı dünyanın en yüksek olan ülkelerden biri olan Güney Afrika’da, kadınlar hala mücadele ediyorlar. Güney Afrika’da hakikat ve uzlaşma süreci, kuşkusuz yeni bir demokrasi kültürü inşa etti. Bu daha çok ilerici olarak demokrasi kültüründe kadınlar Güney Afrika’da devam eden yoğun kadına karşı şiddetle uğraşıyor ama hala bir sonuç alınabilmiş değil.

Arjantin

1976’dan 1983’e kadar süren diktatörlük döneminde yaklaşık 30 bin kişinin güvenlik güçlerinin ellerinde kayıp edildiği Arjantin’de devlet kaynaklı kadına yönelik şiddet ise özel bir ağırlık kazandı. Aynı zamanda dünyanın ilk başarılı hakikat komisyon tecrübelerinden biri olan Ulusal Kayıplar Komisyonu’nu diktatörlük ertesinde büyük umutlarla kurulmasına rağmen failler yararına sistematik bir şekilde boşa çıkarıldı. Arjantin’de hakikat ve yüzleşme mücadelesinin aktif öznesi ise kayıp yakınlarının oluşturduğu Plaza de Mayo Anneleri oldu. Plaza de Mayo Anneleri, diktatörlük döneminde bile kadınların hakikat arayışının sembolüydü. Beyaz şal takan ve yakınların fotoğraflarını taşıyan kadınlar, kayıpların akıbetini sormak için diktatörlük şartlarının büyük tehlikelerine rağmen 1977’de cumhurbaşkanı sarayının önünde, Mayıs Meydanı’nda bir araya geldi. Aralıksız olarak çeşitli yerlerde kayıpların bulunması ve faillerin yargılanması için mücadele eden annelerin etkisi, Arjantin’de hakikat komisyonun kurulmasında çok büyük rol oynadı ve siyasi kültürü değiştirdi.

Hamile Kadınlara Özel İşkence

Arjantin diktatörlük döneminde işkence kamplarında kadınlara karşı sistematik bir cinsel işkence politikası uygulandı. Birçok işkence kampında tecavüz yaygın bir işkence yöntemi olarak uygulanırken, köylerde askerler evleri işgal ederek kadınları seks köleliğine zorladı. Devlet kaynaklı cinsel işkence nedeniyle birçok kadın hamile kaldı, hamile olan kadınlar işkence kamplarında ayrı bir işkenceden geçirildi. Kimi yerlerde hamile olan kadınlar rızaları dışında kürtaj yapıldı, bazı yerlerde ise işkence kamplarında tecavüz sonucu hamile kalan kadınlar bu bebekleri doğurmaya zorlandı. Anneleri ile birlikte işkence kamplarına götürülen ya da işkence kamplarında doğan çocuklar, annesinden koparılarak başka ailelere verildi. Yüzlerce çocuk başka ailelere verilirken, darbenin ardından çocuklarının akıbetini araştıran anneler 256 çocuğa ulaştı.

Cuntaya Af

Arjantin’de resmi rakamlara göre 9 bin kayıp var. Ancak gerçek rakam bunun çok ötesinde. Çünkü darbe döneminde birçok askerin kayıp dosyalarını tahrip ettiği biliniyor. İşkence kamplarında 30 binden fazla insanın katledildiği ve bunlardan 12 bininin kadın 500’ünün ise çocuk olduğu tahmin ediliyor. Hakikat mücadelesinde oldukça etkili olan kadınlar, yüzleşme konusunda ise dışlandı. 1983’te kurulan Ulusal Kayıplar Komisyonu (CONADEP) raporu, cuntanın yargılanmasına kapı açtı. 1985 cunta yargılamasında 9 üst düzey subay yargılanırken 5’ine uzun süren hapis cezası verildi. Ama ülkede hala güçlü olan askeri kanadın etkisiyle 1989’da diktatörlük döneminde insanlık dışı uygulamaların sahiplerine af yasası getirildi. Sistem cunta dönemi kayıplarının ailelerine tazminat vererek süreci kapatmak istedi ancak adalet arayışçısı olan Plaza de Mayo Anneleri bunu reddetti.

Fas

Ortadoğu’da olmayan hakikat komisyonları modeline örnek olabilecek ilk örnek Fas’ta 2004’te kuruldu. Eşitlik ve Uzlaşma Komisyonu adıyla kurulan oluşum 1960’lı ile 1980’li yılları arasında Kral II. Hasan’ın iktidarda olduğu “Kurşun Yılları”nda meydana gelen hak ihlallerini araştırdı. Karanlık bir dönem olan bu yıllarda demokrasi aktivistlerine karşı polis gözaltında kayıplar ve ölümler, işkence kamplarında cinsel şiddet ve kadınların polis tarafından fuhuşa zorlanması gibi ağır insan hakları ihlalleri yaşandı. 600 kişinin akibeti henüz bilinmiyor ve 50 bini aşkın kişi sistemin zorbalığına maruz kaldı. Araştırmalar sonucunda rapor hazırlayan komisyonda bütün suçların faili olan II. Hasan’ın isminin geçmesi yeni kralın emriyle yasaklandı. 2005’te araştırmalarını sonuçlandıran komisyonun 16 üyesinde sadece biri kadındı. Oysa ‘Kurşun Yıllar’ boyunca sol sosyalist düşünceyi benimseyen binlerce kadın tecavüze uğradı ve bizzat devlet eliyle fuhuşa zorlandı. Komisyon önünde 22 bin mağdur ve mağdur yakını beyan verdi ancak bunlardan sadece 400’ü kadındı. Sonuç olarak erkekleri konuştuğu erkeklerin dinlediği ve kralın emriyle hiçbir üst düzey işkencecinin yargılanmadığı bir komisyon olarak Fas’taki deneyim başarısızlıkla sonuçlandı.

Tunus

Arap Baharı’nın ilk fitilinin ateşlendiği ülkelerden olan Tunus’ta ise 2014’te devrimin sloganı olan ‘onur’u içinde barındıran Hakikat ve Onur Komisyonu kuruldu. Komisyon ülkenin kuruluş tarihinden bu yana 60 yıl boyunca işlenen devlet suçlarının açığa çıkarılmasını hedefliyordu. Komisyon, 2011 Tunus devriminden beri devam eden “geçiş döneminde adalet” kavramını önemseyen demokratikleşme sürecinin bir parçası olarak kuruldu. Baştan beri sivil toplum grupları ve insan hakları avukatlarının katılım ve önerileriyle oluşturulan komisyonun başkanı bir kadındı. Komisyonun hazırlıkları süresinde kadın sivil hakları örgütleri için hakikat ve uzlaşma konusunda eğitim ve tartışmalar gerçekleştirildi. Tunus’un devriminden sonra genel cinsel temsiliyet politikalarına uygun olarak komisyonun üyelerinin en az 3’te 1’i kadın olmasına karar veriliyorken şimdi 5’i kadın olan 15 komisyon üyesi var. Komisyon başkanı insan hakları aktivisti, eski gazeteci ve kadın olan Sihem Bensedrine.

Peru

Peru’da Aydınlık Yolu (Sendero Luminoso) ya da Peru Komünist Partisi gerilla hareketi ile Peru devleti arasında 20 yıl süren savaşta tecavüz, And dağlarında yerli kadınlara karşı işlenen sistematik bir savaş politikasıydı. Aydınlık Yol saflarında mücadele eden ya da destekte bulunan kadınlara karşı işlenen kaçırılma ve tecavüz politikası, Peru’da 2001 yılında kurulan Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’nda ele alındı.

Çoğu Yerli Kadın Tecavüz Failiyle Evlenmek Zorunda Kaldı

Peru yasasına göre 1997’ye kadar tecavüz faili, mağdur kadınla evlendiyse, tecavüz suç olarak sayılmıyordu. Bunun için And eyaletlerinde yerli kadınlar savaşta tecavüz, barışta ise askerlerle zorla evlendirilmeye zorlandı. Başka bir hayatta kalma mekanizması olmayan çoğunlukla tecavüz failinin çocuğunu doğuran kadınlar, diğer askerlerin devam eden tecavüz ve taciz, kendi ailelerin ve tecavüzcülerin baskısından kendilerini korumak için askerlerle evlenmek zorunda kaldı. Askerler aynı zamanda kadınları kaçırıp, işkence kamplarında esir tutup, paramiliter köylerinden gelen erkeklere köle olarak verdiler. Bu da yerli köyler arasında çatışma ve nefreti derinleştirdi.

Cinsel İşkence, Sistemli Askeri Emir

Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu, 1980’den 2000’e kadar hem devletin hem Aydınlık Yol’un şiddeti araştırmak için kuruldu. 2003’te çıkan raporunda 70 bin kişinin yaşamını yitirdiği savaşta insan hakları ihmallerin yüzde 54’ünün Aydınlık Yol, yüzde 30’unun devlet ve yüzde 5’inin ise paramiliter gruplar tarafından işlendiğini belirtti. Sonuçlardan da anlaşılacağı üzere bu komisyon Peru devletini aklama rolü görüyordu. Oysa gerçek bunun tam tersiydi. Tecavüz mağdurlarının çoğu Ayacucho eyaletinde yaşayan, 30 yaşın altında yerli kadınlardı. Raporda tecavüz politikasının ordunun en yüksek seviyelerden gelen bir emir olduğunu, askerlerin eğitiminin bir parçası bile olduğu ortaya çıktı. Komisyon önünde beyan veren 16 bin 885 kişinin yüzde 54’ü kadındı ama birçok başka hakikat süreci gibi kadınlar kendi yaşadığı cinsel şiddeti çok az anlattı.

Komisyon Erkeği ve Devleti Akladı

Raporun iki bölümü cinsel şiddeti ve savaşın toplumsal cinsiyetini ele aldı. Bir sürü maddi ve sembolik desteği öneren rapor, tecavüz mağdurları için tazminat önerdi. Ama komisyonun destek önerileri, cinsel şiddete maruz kalan, şimdi failleriyle evli olan ya da aynı köyde yaşayan kadınların özel durumunu göz ardı ettiği için eleştirildi. Rapor hiçbir şekilde devletin soykırım boyutuna gelen 200 bin yerli kadınlara karşı yaptığı zorunlu cerrahi sterilizasyon politikasına değinmedi. Aklama raporu ile sınırlı kalan Peru’da devletin yerli halk ve kadınlara karşı işlediği insanlık suçları cezasız kaldı. Erkek-devlet eliyle yürütülen hakikat komisyonu Peru’da erkeği ve devleti aklayan bir örnek olarak önemli.

Bırezilya

Bırezilya diktatörlükten sonra sivil demokratik hükümete çok yavaş ve kademeli bir geçiş olduğu için diktatörlük döneminde yaşanan işkence ve kaçırılmaları ele alan hakikat ve yüzleşme süreci yaşanmadı. Brezilya’da 1964’ten 1985’e süren diktatörlük dönemini araştırmak için 2009’da kurulması plananan komisyon, askeri yüksek subayların baskısıyla gündemden düştü. Nihayetinde Cumhurbaşkanı Dilma Rousseff’in döneminde 2011’de kurulmaya karar verilen komisyon, failleri belirttiği ama herhangi bir şekilde cezalandırmadığı için eleştirildi.

El Salvador

1980’den 1992’ye kadar süren El Salvador’da Farabundo Martí Ulusal Kurtuluş Cephesi ve devlet arasındaki savaşında insan hakları suçlarını araştırmak için ateşkesle beraber 1992’de kurulan El Salvador İçin Hakikat Komisyonu, 23 bin yazılı beyanı, 2 bin sözlü beyan ve 8 bin mağdur hakkında araştırma dosyası topladı. Sonra komisyon savaşta tarafların şiddet modellerini özellikle örnekleyen 32 dosyayı seçti ve 1993’te çıkan raporda bunları ele alıp inceledi. Raporun yayınlanmasının ardından El Salvador’da topyekûn bir af yasası çıkarıldı. Ülke tarihindeki silahlı ve siyasal mücadelede önemli bir yeri olan kadınlar, hakikat komisyonları ve sonraki süreçlerde dışlandı. Kadınlar hem erkek yoldaşları hem devlet tarafından göz ardı edildi.

Fiji

Fiji’de 2000’de darbe ile iktidar el değiştirdi. Muhaliflere karşı yoğun suçların işlendiği bu döneme ilişkin 2005’te Uzlaşma ve Birlik Komisyonu kuruldu. 2006’da komisyon ve ona bağlı yasalara karşı çıkan Komutan Bainimarama yine bir darbe gerçekleştirdi ve komisyondan herhangi bir sonuç olmadı. Fiji’de işkence 2014’e kadar sürdü ve işkence olaylarını araştıran yeni bir komisyonun kurulması mağdurlar tarafından talep edildi ancak hükümet buna cevap vermedi. Ülkede yüzlerce muhalif kadının darbe dönemlerinde cinsel işkenceye maruz kaldığı biliniyor. Hakikat komisyonu için en çok çaba harcayanlarda yine kadınlar.

Gana

1966’dan bu yana dört darbe ve diktatörlük gören Gana’da 2001 Ulusal Uzlaşma Komisyonu kuruldu. Üyelerinin 6’sı erkek, 3’ü kadındı. 2 binden fazla kamuya açık olan duruşmayı gerçekleştiren komisyona kadınlar çok az sayıda katıldı. Çünkü diktatörlük döneminin akıl almaz cinsel işkence yöntemlerini herkesin önünde anlatmak kadınlar için zordu. Ancak ayrı kadınlar için mahkeme kurulması önerisi kabul görmedi. Komisyonun tazminat ve ulusal anmanın yanı sıra cezaevleri, polis ve orduda reformları önerdi. Yaptırım gücü olmayan komisyonun önerileri hükümetler tarafından gerçekleştirilmedi.

Guatemala

Guatemala’da Ulusal Devrimci Birliği ile devlet arasında süren çatışmalar sonrasında 1994 yılında ateşkes yapıldı. Gerilla birliklerinin büyük bir kısmını kadınlar oluşturuyordu. Ateşkes döneminde 3 kişiden oluşan Tarihsel Açıklanma Komisyonu kuruldu. Komisyonun tek kadın üyesi yerli insan hakları aktivisti Otilia Lux’tu. Komisyon 1999’da “Sessizliğin Hatırası” isimli raporu çıkardı. Rapora göre savaşta öldürülen ya da kayıp olan 200 bin kişinin yüzde ’93’ünün davasında devlet suçluydu. Aynı zamanda yerlilere karşı ordunun yaptıkları soykırım olarak tanıdı. Barış sürecinde kadroların yüzde 25’i kadın olan gerillanın yasal siyaset alanına girmesiyle beraber kadın hakları ön plana çıktı. Kadın sivil grupları da bu süreçte çok güçlü bir rol oynadılar. Ülkede kadının siyasetteki aktifliği o dönemde güçlü bir kadın hareketinin mirası olarak yorumlanıyor.

Güney Kore

Güney Kore’de 1910’da başlayan Japonya işgalinden 1993’te askeri diktatörlük dönemin sonuna kadar işlenen suçları kapsayan Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu 2005’te kuruldu. 240 görevlisi ve 19 milyon dolarlık bütçesi olan komisyon, Japon işgali, Kore savaşı, ABD işgali ve 1945’ten 1987’e kadar yoğun diktatörlük döneminde işlenen suçları araştırdı. Hala çalışmaları devam eden komisyon daha önce propaganda ve ‘ülke güvenliği’ gerekçesiyle gizlenen devlet kaynaklı suçları belgelemeyi amaçlıyor. Komisyon çalışmaları kapsamında akibeti bilinmeyen binlerce kişinin ne zaman katledildiği ve kimlikleri ortaya çıkarıldı. 2008’de iktidara gelen muhafazakâr Büyük Milli Parti komisyonun bütçesini kısıtladı. Komisyonun özellikle incelediği konulardan biri ise Japonya işgali sırasında tecavüze uğrayan binlerce Koreli kadının durumunun ortaya çıkarılması. Komisyon dönemin mağdurlarını ve yakınlarının tanıklıklarını dinliyor.

Kanada

Kanada’da yerli çocukların devlet tarafından zorla ailelerden alındıktan sonra yatılı okullarda asimile edilmesi, cinsel, fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kalmasına ilişkin 2013 Yerli Yatılı Okullar Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu kuruldu. Son yatılı okul 1996’da kapandı. Faliyetleri hala devam eden komisyon 1876’da başlayan yatılı okul sisteminde 150 bin yerli çocuğun asimilasyon ve şiddetini araştırıyor. Okullarda yaşamını yitiren 4 bin çocuğun kimsesizler mezarlığına defnedildiği ortaya çıktı.

Kolombiya

Kolombiya’da 5’te biri sivil olan 3 milyon kişinin yaşamını yitirdiği, 1964’ten beri devam eden savaşın sonucunda başlayan barış görüşmeleri inişli çıkışlı bir seyir izliyor. Küba’da FARC ve devlet arasında süren görüşmelerin 2014’te kesintiye uğramasının ardından müzakereler yeniden başladı. Savaş suçlarının ortaya çıkarılması için 2003’te kurulan Uluslararası Geçici Dönemde Adalet Merkezi’de görüşlerin seyrine göre faaliyetlerini sürdürüyor. Ülkede savaştan kaynaklı zorunlu göç ve tecavüz yayın olarak uygulanan bir sistemli devlet politikası. Kadın hakları ihlalleri ülkede artarak devam ediyor. FARC’ın görüşme masasına oturan militanları arasında kadınlarda vardı, ancak kadınların hakikat komisyonlarında yer alması zayıf kaldı. Ülkede özellikle kız çocuklarına yönelik işlenen suçlar son dönemlerde oluşturulan bağımsız komisyonlarca ortaya çıkarıldı. 53 Kolombiyalı kız çocuğunun ülkede bulunan Amerikalı askerler tarafından cinsel saldırıya maruz kaldığı ortaya çıktı ve bu askerlerin yargılanması gündeme geldi ancak sonuç alınamadı. Müzakereler ‘barış’la sonuçlandı ancak hükümet görevlileri işlediği suçlardan dolayı hala yargı önüne çıkarılmış değil.

Liberya

Liberya’da 1989-1997 ve 1999-2003 yılları arasında iki büyük iç savaşta toplam 200 bin kişi yaşamını yitirdi. İç savaşlarda faile meçhul cinayetler, çocukların kurban edilmesi ve kadına yönelik tecavüz gibi ağır suçlar işlendi. Kadınların zengin bir deneyime sahip olduğu ülkede ikinci iç savaş döneminin sona erdirilmesi için Liberyalı Kadınlar Barış İçin Kitlesel Hareketi yoğun çaba harcadı. Kadınlar her gün oturma eylemi, barış duası, seks grevi, günlük pazar işgali gibi kitlesel eylemler gerçekleştirdi. İç savaşın sona ermesinin ardından da yoğun şekilde eylemlerini sürdüren kadınların çabaları sonucu ülkenin ilk cumhurbaşkanı bir kadın oldu. Cumhurbaşkanı Ellen Johnson Sirleaf’in ilk resmi kararı olarak 2005’te Liberyalı Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’nu kurdu. Komisyon 2009 yılına kadar 20 bin savaş mağdurunu dinledi ve raporlaştırdı. Raporda mağdurlara tazminat, faillerin yargılanması, çocuk savaşçıların affı gibi öneriler yaptı. Kararlar henüz uygulanmadı.

Vietnam

Vietnam’da 5 milyonu aşkın kişinin yaşamını yitirdiği 1955’ten 1975’e kadar süren savaş sonunda uzlaşma, ülkenin yeniden birleşme sürecinde ve ABD’nin işlediği insanlığa karşı suçları konusunda kadınlar arka planda kaldı. Oysa Vietnam’ı işgal ettiği dönemde medya kontrolü sağlayan ABD güçleri, çoğu kadın olan 504 Vietnamlı sivilin katledildiği ve grup tecavüzün gerçekleştirildiği My Lai katliamı gibi olayları örtbas etmek için aktif olarak çabaladı. My Lai katliamı sonrasında sadece bir asker suçlanırken üç yıl ev hapsi aldı. Suçları işleyen ülke dünyanın en önemli emperyalist gücü olduğu için, hakikat ve adalet için herhangi bir mekanizma olmadı.

Aktivistlerin Çabaları ABD’yi Yargılamaya Yeterli Olmadı

Uluslararası barış hareketi ve sivil halk örgütleri, savaş sonrasında Amerikalı askerlerin savaş suçları ve kapsamlı insan hakları ihlalleri hakkında beyan verecek kurumlar oluşturmaya çalıştı. Sonuç olarak biri Avrupa, biri ABD’de iki hakikat soruşturması kurulu oluşturuldu. Filozof Jean Paul Sartre, Kübalı kadın diplomat Melba Hernandez ve Tunuslu feminist Gisèle Halimi’nin aralarında bulunduğu dünya barış aktivistlerinin düzenlediği Russell Yargıç Kürsüsü 1967’de İsveç başkenti Stockholm’da düzenlendi. Aktirist Jane Fonda’nın savaşa karşı olan askerlerle beraber organize ettiği Kış Asker Soruşturması 1971’de ABD’nin Detroit kentinde düzenlendi. Her iki etkinlikte de Amerikalı askerler savaş suçları hakkında beyan verdi. Her ikisi de ABD’nin kötüleme politikasına maruz kalarak dünya kamuoyu ve medyada çok yansıtılmadı. İki etkinlikte sadece pişman olan Amerikalı askerlerle yapıldı. Bugüne kadar Vietnamlı mağdurlar ve özellikle tecrübelerinin ele alındığı kapsamlı bir hakikat ya da yargılama süreci henüz oluşturulmadı.

Laos

Vietnam’ın komşu ülkesi Laos’ta ABD, 1965’ten 1973’e kadar sol partisi Pathet Lao’yu kırmak için iki milyon ton bomba patlattı. Laos nüfusunun 4’te 1’i mülteci oldu. Ölümlerin yüzde 98’i sivil olduğu için bu savaşa “sivil katliamı” demek daha yerinde. “Gizli savaş” olarak bilinen ve gizlenen Laos operasyonlarının tam ölüm bilançosu hala net bilinmiyor. Dünyanın kilometrekare başına en çok bombalanan ülke Laos 40 yıl sonra toprakta gizlenen milyonlarca bombalardan hala temizleniyor. Laos’ta her hafta iki kişi bomba patlamasında yaşamını yitiriyor ya da sakat kalıyor. Mağdurların yüzde 40’ı çocuk. Laos’un her yerinde gönüllü mayın temizleme timleri oluşturuldu ve bu timlerde ağırlıkta kadınlar yer alıyor. ABD son dönemlerde kendi döşediği mayınların temizlenmesi için Laos’a maddi kaynak aktarmaya başladı. Laoslu Barış Derneği Başkanı kadın aktivist Channapha Khamvonga’ya göre bu faaliyet, savaşın tanınmasının önüne geçilmek için yapılıyor.

Sri Lanka

Tamil Kaplanları ve Sri Lanka devleti arasında 26 yıllık savaşı araştırmak için 2010’da kurulan komisyon, BM ve sivil toplum kuruluşlar tarafından çok yoğun eleştiri aldı. Komisyon Tamillere yönelik soykırımdan sonra devletin kendini aklamak için kurduğu bir komisyon olmakla eleştiriliyor. Uluslararası Af Örgütü, İnsan Hakları İzleme Komitesi ve Uluslararası Kriz Grubu tarafından boykot edilen komisyonun ana önerisi ise silahlı grupların silah bırakması. Tamil Kaplanları’nın sivillerden aldığı desteği “insan kalkanı kullanmak” olarak değerlendiren komisyon raporunun yanlı sonuçları ise eleştirileri haklı çıkardı. Devletin binlerce Tamil’i katlettiğine yer verilmeyen raporda devletin işlediği birçok insanlık suçunu photoshopla Tamil Kaplanları’nın üzerine yıktığı ortaya çıktı. Raporu kabul etmeyen uluslararası insan hakları kuruluşları bağımsız bir komisyon önerdi.

Uganda

Uganda’da 1971’den 1979’a kadar süren Idi Amin diktatörlüğü ve 1980’den 1985’e kadar süren Milton Obote diktatörlüğü dönemlerini araştırmak için 1988’de bir hakikat komisyonu kuruldu. Faaliyetlere bütçe kısaltmaları nedeniyle sık sık ara veren komisyon 1994’te rapor hazırladı. Kadınlara yönelik suçların yoğun olduğu ülkede komisyon üyelerinin hepsi erkekti. Sivil toplum kuruluşlarına göre komisyon sadece hükümete meşruiyet vermek için kuruldu ve herhangi bir yargılama ya da uzlaşmayı amaçlamadı.

Kürdistan-Türkiye

Kuzey Kürdistan’da derin bir iz bırakan köy yakmalar, sorguda tecavüz, gözaltılar, tehdit telefonları, cinsel yönde korkutma politikaları, çocuklarını katletme yöntemleri sürekli olarak bir devlet politikası olarak uygulandı. Cumhuriyet tarihi boyunca yapılanlar ayrı bir yazının konusu. Daha yakın tarihten birkaç örnek verelim.

Ve kadınlar…

Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’nin azimli yürüyüşçüsü kadınların tekrar direniş saflarında yer almaya başlamasının tarihi de 12 Eylül dönemine denk gelir. Kürdistan Özgürlük hareketinin gelişmiyle beraber kadınlar kendini bu mücadelenin içinde bulur. Öyle ki zindan direnişiyle Kürt kadın mücadelesinin efsanevi ismi olan Sakine Cansız, bu hareketin oluşum aşamasında yer alarak kadın mücadelesinin öncü misyonunun ilk tohumlarını ekmiştir. 

Kürdistan’da başlayan direnişle beraber darbeci yönetimin yüzü Kürdistan’a doğru çevrilir ve bununla beraber sokak ortasında, boş dükkânlarda, tarlalarda kanlı katliamın gerçekleştiği dönemler başlar. The Times gazetesi tarafından 29 Nisan 2008’de ‘Dünyanın en kötü 10 cezaevi’ içerisinde gösterilen Diyarbakır Cezaevi insanlık onurunun çiğnendiği, yoğun işkence ve öldürme olaylarının yaşandığı bir alana dönüştürülür. Cevaevinde başlatılan bu uygulamalar ile tüm Kürt halkı üzerinde yürütülen baskı ve sindirme politikaları aynı kaynaktan beslenip, teslimiyeti, inkârı ve imhayı dayatma amaçlıydı.

‘Bizleri zindanlarda da ezemediler’

Sakine Cansız “Hep Kavgaydı Yaşamım” adlı kitabında o dönemleri şöyle kaleme almıştır: “Esat’ın belki de en çok sevindiği an direnişi kadınlarda kırdığı an olmuştu. Onun dışında Esat hep hırçın, öfkeli ve istediğini yapamamanın saldırgan ruh hali içindeydi. Bize yansıyan yüzü böylesine iğrençti. Her koğuşa gelişte ‘Hayvanoğlu hayvanlar! Bir siz beni kızdırıyorsunuz’ derdi. O küfürleri, o söyleyiş tarzı görülmeye değerdi. Düşmanın bu halinin insana ne kadar moral verdiğini şimdi nasıl anlatayım? O küfürler, o kudurganlık kendimize güvenimizi geliştirmeye yol açıyordu. Düşman bu kadar hırçınsa, düşman bu kadar kinliyse o zaman demek ki bizde yaşayan, direnen, ayakta duran yanlar hala vardı ve güçlüydü. Bazı kuralları kabul ettiğimiz halde bunları söylüyorsa, demek ki amacına ulaşmamış düşman. Duvara, parmağıyla sinek ezer gibi yapardı ama sorun Esat’ın dediği gibi, yaptığı gibi değildi, bizler sinek gibi ezilmemiştik. Avucuna sığacak kadar küçülmemiştik. Bunu o da biliyordu.”

Doksanlar ve Köy Yakmalar…

Tansu Çiller ve ekibinin Kürdistan’da katliam yarattığı doksanlı yıllarda köyler boşaltıldı, kadınlara tecavüz edildi, anne ve babalarının gözleri önünde çocuklar işkenceden geçirildi ve “şüpheli” gerekçesi ile yüzlerce Kürt köyler yakıldığı sırada onlarda yakılarak katledil. Bir gün ansızın evler boşaltılarak Kürtler metropol kentlerin bilinmez ücra sokaklarına doğru yol alırken, birçok köylü ise zorla kaybettirildi ve faili meçhul cinayetlerde kurban edildi.

Bununla beraber gelişen direnişi alt yapılanmaların en büyük örneği olan Hizbullah dönemi Kürdistan’da başlatılarak Kürtler hücre evlerinde “domuz bağı” ile bağlanıp gömülerek katledildi. 2000’li yıllarda daha sonra bu şekilde yüzlerce toplu mezar açığa çıkmış olsa da hukuki yaptırım neredeyse hiç olmadı.

Cumartesi Anneleri

Faili meçhul cinayetlerin sayısı her geçen gün artarken kadınlar 27 Mayıs 1995’te İstanbul’da Galatasaray Meydanı’nda ellerinde kaybettikleri yakınlarının fotoğraflarıyla yeni bir mücadelenin kapılarını açtı. Daha sonra işkence ve yıldırma politikalarıyla karşı karşıya gelecek olan kadınlar başlattıkları bu eylemle tüm dünyaya adını duyurmayı başardı. Üç beş kadınla başlayan bu direniş şu an İstanbul başta olmak üzere Diyarbakır, Şırnak, Batman, Siirt ve Yüksekova’ya yayılarak yüzlerce kadın tarafından her Cumartesi kesintisiz bir şekilde devam ediyor.

Barış Anneleri

En çok kadın ve çocukların bir şekilde mağdur pozisyonuna getirilmek istendiği Kürdistan’da kadınlar mücadelelerini giderek daha fazla genişleterek 1999 yılında Barış Anneleri İnisiyatifi kurdu. Kürt kadın hareketinin en görünür yüzlerinden birini oluşturan beyaz tülbentli kadınlar ateşkes sürecinde kurdukları inisiyatif çatısı altında barış taleplerini ulaştırmaya devam ediyor. Yalnız Kürt halkı için değil, aynı zamanda tüm halkların barış içinde yaşaması için zorlu mücadele yürüten anneler sık sık yargılanıyor.

2010’lar ve ‘Savaş Suçları’ Devam Ediyor…

Giderek dünya kadınları tarafından ilgi odağı haline gelen Kürt kadınlarına yönelik bu şekilde baskılar daha fazla arttı ve Kürt kadın özgürlük mücadelesinin sembolü haline gelen Sakine Cansız ve yoldaşı Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez Paris’te silahlı saldırıyla katledildi. Sakineler katledilerek kadın mücadelesine gözdağı vermek isteyen güç amacına ulaşamadı, kadınlar hala mücadele saflarında yerlerini almaya devam ediyor.

Roboskili Anneler

Tutuklama ve gözaltılarla yetinilmediğindendir ki 2011 yılının Aralık ayında Roboski’de çoğu çocuk 34 Kürt katledildi. Bir sabah ansızın çocuklarının ölüm haberlerini alan anneler dağların karlı doruklarında parçalara ayrılmış çocuklarının bedenini eteğinde topladıktan sonra katırlara yükleyip köye getirdi. Anneler 2011 yılından bu yana katliamın faillerinin açıklanması ve cezalandırılması için her Perşembe Roboski’de eylem yapmaya devam ediyor.

Barış İçin Kadın Girişimi

Kadın mücadelesinin giderek daha örgütlü bir hal aldığı 2000’li yıllarda kadınlar Türkiye’de 2013 yılında Barış İçin Kadın Girişimi’ni (BİKG) daha aktif bir hale getirerek Türkiye’de gelişmekte olan siyasi ilerleyişte kadınların sesini yükseltti.  İlk 1999 yılında İHD çatısı altında oluşturulan Barış İçin Kadın Girişimi, akademisyenler, yayıncılar, gazeteciler ve birçok alandan kadın üyeleriyle beraber mücadeleyi gelişmekte olan müzakere sürecine de taşıyarak**, müzakerenin kadın eksenli bir şekilde ilerlemesi için sesini her alanda yükseltmeye devam ediyor. BİKG alanlarda şu sözleri haykırarak tüm kadınları mücadeleye çağırıyor: “‘Ülkemizde savaş var! Barış için Kadın Girişimi çalışmalarına başlarken bu saptamadan yola çıktı. Resmi literatürde ‘düşük yoğunluklu savaş’ olarak adlandırılan bu durum, aslında bölgede yarattığı korkunç tahribat ve bütün ülkeyi etkileyen trajik sonuçlarıyla klasik bir savaştır. Savaşın bir an önce sona ermesini, savaşla ilgili uluslarası hukuk kurallarının işlemesini talep ediyoruz.”

KÖM’ün Müzakere Süreçlerine Aktif Müdahil Olma Çalışması

Kürt kadınlar öncülüğünde İstanbul’da 9-10 Mayıs 2015 yılında “Demokratik Çözüm ve Müzakere Sürecinde Kadın Özgürlük Çalıştay” düzenlendi ve Kadın Özgürlük Meclisi (KÖM) ilan edildi.

Yüzleşme Komisyonu, Yasa-Anayasa- Meclis Komisyonu, Diplomasi Komisyonu, Toplumsallaşma ve Medya Komisyonu, Yerelleşme ve Genişleme Komisyonu, İzleme ve Raporlama Komisyonu, Şiddet ve Özsavunma Komisyonu gibi komisyonlar oluşturan KÖM’de buluşan kadınlar çözüm ve müzakere süreçlerine müdahil olma taleplerinin en geniş çerçevesi olarak örnek teşkil ediyor.

Görüşmelerin kesilmesi, anti- demokratik uygulamaların ve “Çökertme planı”nın devreye konulmasıyla birlikte bu çalışmada yer alan pek çok aydın, sanatçı, aktivist kadının tutuklanması veya yurt dışına çıkmak durumunda kalmasından dolayı büyük oranda sönümlenen bir çalışmaya dönüştü.

*Sibel Yükler’in JINHA için hazırladığı ‘Hakikat ve yüzleşmede kadınlar: Dünya deneyimleri’ isimli dosya çalışmasından derlenmiştir.

** 2013 yılında Abdullah Öcalan ile Türk devletinin yetkilileri ile başlatılan ve müzakere sürecine evrilemeyen görüşmeler kast edilmekte.

Önceki İçerik

Yazılar

Bizi Takip Edin

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
22,700AboneAbone Ol

Son Makaleler