Müphem dönemlerden geçiyoruz. Neredeyse her gün siyasal çıkar kartlarının karıştırıldığı ve yeniden dağıtıldığı bir süreç. Postmodern çağda kapitalist sistem bunalımlarında çözüm bulma arayışı içine girilse de kısa sürede devamlılığın ötesine gidilemedi. En ağır sonuçlarını özelde kadın ve çocukların yaşadığı savaş ve katliamların yarattığı bunalım ve krizlere karşı alternatif yeni dünya arayışı da sürmektedir. Dünyanın atar damar konumundaki[2] Ortadoğu dizaynı ise hala küresel kapitalizmin ihtiyaçlarına soluk olabilecek şekilde oluşturulmak isteniyor. Modern dünyada güç elde etmek çatışmaları; toplumsal yapı ile siyasal iktidar bloklarının çatışma düzleminde seyretmektedir. Bir yandan totaliter faşist ideolojilerinin mutlak hakimiyet kurma çabaları, sömürme stratejileri, bir yandan demokratik yönetim arayışı ve direnişleri söz konusu. Derinleştirilmiş bu kaos ortamında ahlaki görevlerin yığınla çoğaldığı bu an-da siyaset ve politika önemli bir yerde durmaktadır. Kaostan çıkışta ahlaki ve politik inşasında siyasetin rolü nedir? Demokratik toplumun ahlaki vizyonu üçüncü çizgi nasıl bir siyaset önceler. Siyasette etik-estetiğin önemi nedir? gibi sorular önümüzde durmakta.
Siyaset Treni ve Toplumsal Karadeliğe Yolculuk
Arapçada “At eğitimi” anlamına gelen siyaseti, Yunanlılar “polis” yani “kent devletleri” olarak ülke, devlet ve insan yönetimi olarak tanımlamıştı. Günlük siyaset olarak politika ise toplumun önüne çıkan sorunlar konusunda alınan kararlar bütünlüğüdür. Algıladığımız, algılatılan siyaset ve politika ise adam yalan entrika rant üzerine kuruludur. Toplumsal sorunların çözüm aracı olan politika oluşturulmuş algılarla eril bir sahada olup öz misyonundan uzaklaştırılmıştır. Sorunları tahlil eden, bu minvalde yaz ve yöntem oluşturan politika halksız oluşturulabilen bir kavram değildir. Bu anlamda karakteri gereği demokratik olma zorunluluğu taşır. Bu özelliğe rağmen kanıksatılan tanımı ve pratikteki hali zıt kulvarlardadır. Halk nezdinde siyasetin yalan ve çıkarlarla bütünleştirilmesi mevcut siyaset tarzını, gerçekliğini ifade etmektedir. Aşındırılmış ahlaki değerleri tek doğru olarak ele alan idare sistemi üzerine kurulu siyaset anlayışı merkeziyetçi bir sistem oluşturduğu gibi ahlaki çöküntü ve yozlaşmayı da beslemektedir. Çürüttüğü sistemi beslediği gibi bir süre sonra da yarattığı bu sistem onu beslemeye başlar. Reaksiyon işlevi görür.
Toplum “avami bilinç”[3] seviyesinde tutularak totalizm güçlendirilir. “Avami bilinç-özü itibariyle siyasal olmayan daha ziyade varlığı biyolojik devamı içeren geleneksel aile bilincidir.”[4] “Avami bilinç” seviyesindeki toplum liberal politikalar eşliğinde giderek daha da fazla bireycileşir ve bencilleşir. Toplumsal hafıza parçalanır. Toplumsal hafızası parçalanmış bir toplum siyasallaşamaz. Siyasallaşma ve toplumsallaşma birbirine paralel olgulardır. Siyasal ve toplumsal irade sorumluluk almaktır. Devletçi mantıkdaki siyaset tarzı ise toplumu ahlaki görevlerden ve sorumluluklardan uzaklaştırır. Diktatöryal siyasette, görev ahlakı demogojiden öteye gidemez. Böylesine ahlaki görevleri dayanmayan siyaset, toplumsal gerçekliklerden de kopuktur. “Siyasi ahlak siyasi realiteyi görmektir”[5] çözüm eylemselliğinden (pratiğinden) evvel perspektif dahi oluşturamaz. Tarihteki en meşhur anektotlardan biri İngiltere kraliçesi Elizabeth’in perspektifi bu konuda iyi bir örnektir. Halkın ekmek bulamadığını söyleyen senatörlere “ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” der. Günümüz siyaset diyaloglarında her hafta bu anektotlarla karşılaşmak mümkün. Bu yorum ve bakış açısı halkın gerçekliğinden, ahlaki vizyondan uzaklaşmanın sonucudur.
Türkiye’de demokrasinin adresi olarak tanımlanan millet meclisi, devletli sistemlerde demokrasinin acı bir çığlığa dönüşen tablosudur. Liberal, demokratik anlayışıyla seçilmiş “idarecilerden” oluşsa da mevcut haliyle yıkıcı ve dağıtıcıdır. Siyasete esir alan, psikolojik şiddet, didişme, komplo, entrika düzeyi bir adım daha gerileyerek fiziki şiddet, cinsiyetçi söylemle hareketler silsilelerinin normalleştirildiği bir noktaya gelmiştir. Hakların demokratik iradelerinin temsili bir mekânda, uçuşan tekneler ve yumruklarla kendi kendi amaç ve ilkelerini sorgulatan duruşlar açığa çıkmıştır. Değil toplumun sorunlarını çözme kendi sorunlarını dahi çözemeyen yönetici eliti, siyasetçi olarak tanımlamak yerini bulmayacaktır. Siyasi gruplar arasındaki çekişmeler, düşünce farklılıkları ve ideolojik ayrılıklar olarak lanse edilse de esas karşıtlık ırkçılık, cinsiyetçilik ve sınıf-mülkiyet çıkarları üzerinden oluşturulmaktadır. Bu farklılık kesinlikle renkliliği, çeşitliliği ifade etmediği gibi demokratik ifade tarzı da değildir.
Siyasette açığa çıkan bu tarzı “ahlaki kopuş olarak tanımlayabiliriz. Teklik dayatması ile yürütülen ayrımcılık söylem ve pratiğiyle Kürt, Ermeni, Çerkez, Rum ve Asuri gibi kimlikler yok sayılmaktadır. Kimlik farklılıkları meclis kürsüsünden Türkiye’nin zenginlikleri şeklinde ifade edilse de demogoji sınırlarını aşmamaktadır. Ve çıkar siyasetinin bir parçasıdır. İletişim Bakanı’n kitabı Kürtçe’ye çevrilirken bir yandan da meclis kürsüsündeki her kürtçe kelimenin “bilinmeyen bir dil” olarak tutanaklara geçmesi tutarsızlık ve çıkara politikalar açısından iyi bir örnek teşkil eder.
Kadın politikaları ise aile politikalarını hapsedilerek geleneksel aile ve eril-ataerkil normlar koruma altına alınıyor. 6284 başta olmak üzere kadınlar, mevcut toplumsal cinsiyet kalıplarında tutularak kadın hak ve özgürlükleri ihlal edildiği gibi erkeği koruyacak hukuki güvenceler oluşturulmaktadır. Hiçbir dönemde kadın ve çocuk katliamı, taciz ve tecavüz olayları bu denli artmamıştır. Bu tablo cinsiyetçi politikalarının sonucudur. Yine ekonomi her bir gündem olarak alınıp aynı kulvarlarda bırakılan bir konu olmaktadır. Hatta çoğu zaman tüm gündem ekonomi dinamikleri üzerine oturtulmaktadır. Marks’ın belirttiği gibi kapitalizmin hâkim gücü aynı zamanda siyasal güçtür ifadesine dayanarak güç olma adına ekonomi bifiil tartışma zeminde tutulup çözüm oluşturulmamaktadır. Marks’ın belirlemesi bir gerçekliği ifade etse de tek ayaklıdır. Keza kapitalist sistemin yaratmış olduğu çıkmazlar ve ekonomik krizler toplumsal ölçekte büyük bir enkaz haline gelme halini almıştır. Bu enkazın analizi yüzeysel yapılmamalıdır. Savaş bu verilerin en önemli belirleyenin iken her türlü “‘tezkere’ye onay vermek kışkırtıcı, milliyetçi, düşmanlaştırıcı söylemlerle en iyi milliyetçilik yarışına girerek siyasetçilik oynayarak toplumun ekonomik çıkarları savunulamaz. Bu yolla krizlerin değirmenine su taşımaktan öteye gidilemez.
Siyaset ve politikayı ahlaki-politik zeminden ayrıştıran bir diğer olgu da “kabile demokrasisi”[6]dir. Kabile demokrasisinde aynı dil kültür, ortak sisteme sahip kesimin yönetimi geçerlidir. Klan ve aile dışında kalan diğer herkes ötekidir veya daha yaygın bir tabir ile söylersek “terörist”tir. TDK’ye göre; “Bir siyasi davayı kabul ettirmek için karşı tarafa korku salacak, cana ve mala kıyacak davranışlarda bulunan kimse”dir terörist. Pratikte kabul edilen tanım ise; mevcut iktidardan farklı olan herkestir. Halkın iradesiyle seçilen belediyelere atanan kayyumlar da aynı minvaldedir. Colamerg, Mersin, Halfeti, Batman, Esenyurt belediyeleri kabile tasarrufundan çıkan bölgelere müdahaledir. Oyuncusundan akademisyenine, siyasetçisinden iş insanına, öğrencisine kadar herkes teröristtir. İktidar dışında kalan kesimler orta Çağ’da cadı, 19. yüzyılda anarşist, 21. yüzyılda “terörist”lerdir.
Totaliter siyaset-politika aşılmadan, var olanı savunarak, muhafaza ederek krizler aşılamaz. “Siyasette dünyayı olduğu gibi kabul edip sadece Statükoyu muhafaza etmeyi hedefleyen böylesine muhafazakâr tutum yalnızca yıkıma yol açabilir.”[7] Bu durumu aşmak için öncelikle totaliter siyaset kaliplari parçalanmalıdır. Siyaset ve politika; devletle var olmadığı gibi demokrasi ruhludur… Ne bir bütünen olgular ne de olaylar ikisinin birlikteliğiyle ortaya çıkan toplumsal kimliğin devletsiz meşru savunma belleği, vicdanidır.”[8] Bio-politik insan siyasi bir varlık olarak bu bellek ve vicdanla hareket eder. Bio-politik insan; apolitik hale getirilip iradesizleştirilerek ve önemli irade katılım olarak öne sürülen oy kullanma kendi yöneticilerini seçme dışında her şey elinden alınan “köle ahlakıyla”[9] yaşayan varlığa indirgenmiştir. Öyle bir hale getirilmiştir ki ne yaşarsa yaşasın kaderin arkasına gizlenerek sessizce gözyaşı dökmektedir, boyun eğmektedir. Köle ahlakı direniş kültürünü yozlaştırır. 2010’da Tunus’ta Muhammet Buazizi adlı işsiz bir genç ekonomik krize karşı bedenini yaktığında o ateş bütün bir coğrafyayı etkileyen Arap Baharı’nın direniş ateşi olmuştu. İçinde bulunduğumuz süreçte ve toplumda ise krizlere karşı cinnet ve toplu intiharlar, bütün aileyi katledecek kadar bunalım gerçekliği ile karşı karşıyayız. Buna rağmen acıyla yetinip, suskunlaşarak çıkış bulmaya çalışan topluma karşı devletçi siyaset üç maymunu oynamaktadır.
Bu toplumu içine çeken bir girdap “toplumsal karadeliktir”. Karadelik, yakın çevresindeki her şeyi çekip yutan kendinden yayılan ışığı bile kendi içine çeken kozmik bir girdaplardır. Siyaset treni karadeliğe doğru yol almaktadır.
Modern Tanrıçaların Yönetim Biçimi; Demokratik Siyaset
Siyaset alanını “kadının elinin hamuru” ile bulaşmaması gereken bir mecra olarak tanımlayan, eril tarih (His-tory) yazımıdır. Politika kadına ait bir alan olmasına rağmen iktidara mal edilmiştir. Özellikle OrtaDoğu’da tüm baskılara karşın kadınlar yönetimlerde hep etkin olmuşlardır. Neolitik toplumun isimsiz ” toprak anaların”dan tanrıçalara Nefertiti ve Kleopatra’ya, Sara Rebecca, Rahel Leoh’a, Meryem, Ayşe, Fatma, Hatice’den Rabia’ya, Emevi hanedanından Habibe (720)’den Abbasi hanedanı’ndan Hezeyran’a (775) yönetici kadınlar siyaset felsefesinin temellerini atmıştır. Yine Abbasiler yöneticilik yapmış Şahab, Endülüs Emevilerinden Sabah, Osmanlı Sarayi’nda etkili olan Hürrem, Fatimi’lerde Sittü’l- Mülk Yemen’de Esma (50 yıl iktidarda kalmıştır). Mısır’da Eyyübi hanedanından Şeceret-ud-Dür, 14. yüzyılda Cezayirli hanedanından Hanım Sultan Döndü, 15. yüzyılda Yemen’de Şerife Fatma, Akdeniz korsanlarının kraliçesi Sida El-Hürre önemli bir jinokrasi (kadın yönetici) temsilcileridir. Bu isimler her şeye rağmen gizleyemeyen ve bugünün alternatif tarzını miras bırakan öncülerdir. Binlercesi ise sahne arkasında tarihin akışını değiştirmiştir. Hanedan, saray, kraliyet dışındaki kadınlar eğitim sistemi dışında tutularak resmi uygarlık siyasetinden uzak tutulmuştur. Günümüzde de bu anlayış henüz tam aşılamamıştır. Şimdilerde tek siyaset alanı olarak kabul edilen meclislerde kadın temsiliyeti çok sınırlıdır.
Ortadoğu’daki ülkeler açısından Arap Baharı önemli bir dönemeç olsa da kadınlar hak ettikleri konumu elde edememişlerdir. Kadınlar barikatlarda özgürlük ve eşitlik için direnmiş, bedeller vermiş kimi kazanımlar elde etmişlerse de daha sonraki iktidar oyunları ile yüz yüze gelmişlerdir.
1964’te seçme ve seçilme haklarına kavuşan Libyalı kadınlar 2009’da 468 kişilik mecliste 36 kişi olarak yer almıştır. 2012’de Yemen’de 35 bakan içinde sadece üç kadın bakan vardır. Tunus’ta 217 sandalyeli Meclis’e 49 kadın yer alır (2011). Libya’da ise Kaddafi’den sonraki dönemde de kadınlar yoğun kısıtlamalara maruz kalmıştır. 33 bakanlı kabinede sadece iki kadın vardır. Mısır’da 2010 yılında mecliste kadınların 64 sandalyesi varken, Yüksel Askeri Konseyin siyasal haklara ilişkin yasayı reddetmesiyle beraber kadınların temsiliyetti 8’e düşmüştür (2011).
İran, Irak ve Türkiye’de bir benzer tablolar vardır. Meclisler erkek panteonudur adeta. Türkiye meclisinde en yüksek kadın kotasıyla katılan parti DEM Partidir. Parti programı olarak %50 kotasının uygulanması demokratik siyaset açısından önemli bir belirleyendir. Yine yerel yönetimler de dahil olmak üzere bir kadın ve bir erkekten oluşan eş başkanlık sistemi kadınları siyasetteaktiflestirdiği gibi politika ve siyasiti öz değerine yaklaştırmaktadır. Demokrasi siyasetin en işlevsel haliyse Rojava sistemidir ve bir model teşkil etmektedir. Demokratik siyaset ise kendini etik-estetik değerler üzerinden oluşturur.
Etik
“Ahlaki özgürlüğün bilincidir. Toplumun kendiliğinden varoluş biçimi kendini yürütüş vicdanıdır.”[10] Ahlak ve etik kavramları Türkçede aynı anlamlarda kullanılsa da “ahlak; belli bir dönemde belli insan topluluklarınca benimsenmiş insanların davranışlarına yol gösteren temel değerler ve kurallar kümesini ifade eder. Etik ise; felsefenin bir dalı olup ahlak felsefesi anlamındadır. Ahlak olgusunu kuramsal, kavramsal mantıksal ve bilimsel temellerde ele alıp inceler.” Bu çerçevede ahlakı ele almak etik bir görev olarak önümüzde durmaktadır.
Kökenlerini neolitik topluma kadar götürebileceğimiz, bir topluluğun kendi ihtiyaçları ve sorunlarına çözüm bulma arayışı ile oluşturmuş olduğu yazılı veya yazısız kurallar bütünü, tabulardır. İyiye-doğruya yöneliş olarak oluşturulan gelenekler ve törelerle toplumun irade beyanıdır. Evrensel olmayan belli bir topluluğa özgü üzgün yasalar olsa da “iyi”ye yöneliş anlamında evrenseldir. Kendini yönetirken koyduğu ölçüler olan bu değerler sistemi politiktir. Belli bir soruna çare ararken kültürel öncüleri göz önünde bulundurup yararlı sonuç elde etme çabası politik olduğu gibi stratejiktir. Dönemsel olarak bu değerler değiştirilebilir olsa da uzun erimli olması, an-lık olmaması onu stratejik kılar. Yine halka, yerel dinamiklere dayanıyor olması onu demokratikleştirir. Abdullah Öcalan’ın belirttiği gibi; “ahlak ile demokrasinin kaynağı aynıdır.
Kendini kültürel değerlerle oluşturan ahlak; Ortadoğu gibi halklar mozaiği olan bir coğrafyada daha fazla anlamlar yüklemektedir. Orta Doğu’nun ataerkil, muhafazakâr, feodal ve şeriat kültürel yapısı ile baskın olan islam dininin oluşturduğu ahlak kuralları, erkek yasa ve yasaklarının kutsallık sosu ile sunulmaktadır. Kadınlar için kutsal metinlerde ahlaksızlıklar sıralanır. Saçının telinin görünmesi, eşitlik istemesi, sesini yükseltmesi, kadınlık rollerine baş kaldırması ahlaksızlıktır. Emir ve yasalar kadına seslenir. Çünkü “bir evin ahlakından kadın sorumludur”. Bu ibare kadınları yargılamak için kullanılsa da özde bir hakikati anlatır. Çünkü ahlaki kuralları ilk oluşturan kadınlardır. Çocuklarından başlamak üzere toplumun çıkarları için kendilerinin yargıçları olan kadınların sivil yasalarıdır; ahlak. Erkek kültürü ile yaratılan dini ahlak normları kadınların oluşturduğu bu sivil yasalara saldırıdır.
Estetik
Estetiği en genel anlamda “duygusal bilginin bilimi”[11] hedefinde güzellik olan felsefe olarak tanımlayabiliriz. Tanım olarak kökenleri çok eskilere dayanan kadim bir olgudur. İnsanlığın yaşadığı dünyayı güzelleştirme arayışı ile taşı şekillendiren Neandertale kadar götürebilir. Amaçav ve kesimken bile görünüş önemsenmiştir. Doğadan (hayvanlardan, çiçeklerden, gökyüzünden) etkilenerek mağaralara çizdikleri resimlerden, çanak-çömlek süslemelerine ve takılarak kadar kendilerini ruhsal anlamda besleyecek form arayışı içinde olmuşlardır. Felsefi anlamda ise 18. yüzyılda Baumgarten ile tarih sahnesine çıkmıştır. Daha sonra Kant; “estetik yargı” Hegel; “sanat felsefesi” Fechnes; “psikanaliz” ve Lipps; “psikoloji disiplini” üzerinde ele almıştır. Bizler ise sosyoloji açıdan ele alarak alternatif oluşturmaya çalışıyoruz.
Birçok kavram gibi estetik de kapitalist modernite tarafından özünden boşaltılmıştır. Güzellik algısı, sadece fiziki kitlelerle ele alınan; özelde kadınlarda aranan ve erkeğin duygularına, tatminlik ölçülerine hitap edecek şekilde değerlendiren bir anlayışın kıskacına alınmıştır. Moda-trend fiziksel ölçülere ulaşmak için yapılan ameliyatların-operasyonların, beden üzerindeki müdahalelerin (botoks vs) “estetik olarak tanımlanması koca bir çarpıtmadır. Estetik yapay yani suni olmadığı gibi “bir bakış biçimidir, öngörüdür, bir genel beğeni düzeyidir. Bir beğeniyi somutlaştıran ya da somutlaştıracak olan kurallar dizgisidir.”[12] Güzel söyleme sanatı da diyebileceğimiz estetik; sekter, dokunmatik ve kısır değildir. Yapıcı ve yaratıcıdır. Bu anlamda dişildir. Zihniyet değişim ve dönüşüm esas alan bir disiplindir.
Kadim Tanrıçalardan Modern Tanrıcalara Miras Etik ve Estetik Siyaset
Siyaset ve politikadan temel ihtiyaç ninelerimizin öğüdü, iyi (etik)-doğru (bilimsel)güzel (estetik) ilişkisini kendinden oluşturmasıdır. Etik-estetiğin kendini gerçekleştirme alanı olarak jineolojî bilimi ekseninde; ekolojiyi, ekonomiyi, demografyayı, sanatı bir bütün ele alıp incelemeli, incelikli-titiz çalışma yürütme tarzı ile hareket edilmelidir. Öz-savunması elinden alınarak siyasi iradesi kopartılan toplum demokratik siyaset ile yeniden kendini savunabilecektir. Böyle bir toplum etik-estetik ilkelerle demokratik konfederalizmi ortadoğudan başlamak üzere tüm dünya için bir alternatif haline getirebilir. Rojava bu esaslar üzerinde kendini oluşturduğu için öz savunması güçlüdür. Yıkılmazdır. Etik estetik savaş tarzının pratiğidir. “Savaştıkça güzelleşmenin” sembolü haline gelmiştir.
Abdullah Öcalan “Tanrıçalık kaba güçle varılan bir yükseliş değildi, yaşamın gerçekleştirilişi ve sahiplenişiyle ilgili bir zihinsel yücelişti”, demişti. Bu belirleme bir pusula işlevi yüklenmektedir. Tanrıçalık tarzı kaba güce dayanmadığı için estetik, yaşamı sahiplendiği için etiktir. Var olan yönetim biçimleri insanlığı “toplumsal karadeliğe” doğru çekiyorken; üçüncü çizgide demokratik siyaset, etik estetik anlayışla yaşamı savunan tanrıçalar öncülüğünde yeni bir yörüngeye doğru “yol”dur.
[1] Abdullah Öcalan’ın belirlemesi.
[2]Fehim Taştekin’in “Suriye Yıkıl Git, Diren Kal!” kitabındaki “Arap dünyasının atardamarı Mısır değerlendirmesine ithafen kullanılmıştır.
[3] Georg Wilhelm Friedrich Hegel.
[4] Kadının kaç çocuk doğurması gerektiği konusunda sonsuz insiyatifli iktidarın son evlilik teşfik yasası “avami bilinç” kitlesini nicel arttırmaya yöneliktir. 2025’i “aile yılı” ilan eden iktidar; kadını iradi güç olarak ele almamaktadır. Kadını eve kapatan ve sadece ulus-devlete çocuk doğuran bir cins olarak tanımaktadır.
[5] Abdullah Öcalan.
[6] Abdullah Öcalan 5. Savunmasında şunu belirtir; “Kabile demokrasisi, özgürlüğün ve eşitliğin gerilemesi pahasına sağlanan bir değişim (gelişim diyemiyorum) olduğu için göreli olarak muazzam bir gerileme, düşüş adımıdır insanlık adına.”
[7] Hannah Arent, Geçmişle Gelecek Arasında, İstanbul: İletişim Yayınları, 2022.
[8] Cahit İlboğa, Demokratik Konfederalizm Anaçlığın Toplumsallıktaki Rolü ve Önemi, Diyarbakır: Aram Yayınları, 2011.
[9] Nietsche; “Köle ahlaki insanlarda değişmeye karşı bir korku yaratıp itaat etmeyi putlaştıran sistem”
[10] Abdullah Öcalan, Bir Halkı Savunmak, 2004.
[11] Alexander Gottlieb Baumgarten’den alınmıştır.
[12] Avşar Timuçin, “Estetik”